Altın Silsile'den Altın Halkalar

Image hover effect image

Muhammed
Bâkî Billâh (ks)

23

Bu sayfada yer alan bilgiler Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanan “Altın Silsile’den Altın Halkalar” kitabından alınmıştır.

Muhammed Bâkî Billâh (ks)

Muhammed Bâkî Billâh Kabilî[1] Nakşbendî, 971/1564’te babasının Semerkand’dan gelip yerleştiği bugünkü Afganistan’ın Kabil kentinde doğdu.[2] Babası yaşadığı bölgede güzel ahlâkı ile tanınan Kadı Abdusselâm Halacî Semerkandî, annesi ise Nakşbendiyye silsilesinden Ubeydullah Ahrâr’ın (806-895/1404-1490) soyundan bir hanımefendidir.

İlk eğitimini dönemin meşhur âlimlerinden biri olan Mevlânâ Sâdık Halvaî’den[3] (ö.982/1543) aldı. O, eğitim sürecinde oldukça edepli ve çalışkan tavrıyla hocasının takdirini kazandı. Hocasının Kabil’den Semerkand’a göç etmesiyle birlikte eğitimini tamamlamak arzusunda olan Bâkî Billâh da onun yanında gitti.

O, daha talebelik yıllarından itibaren tasavvufî düşünce ve hayata ilgi duydu. Dünyevî meşguliyetlerden kendisini alıkoyup mütevazı ve zahidçe bir hayat sürdürmektyedi. Sürekli ibadet ve taatle mânevî yapısını geliştirmeye gayret ediyordu. Onun bu mânevî hayatı yaşama arzusu benliğini kaplayınca zâhirî ilimlere dair eğitimini yarıda bırakarak tasavvufî terbiyeye yönelmesine sebep oldu.

Bâkî Billâh’ın zâhirî ilimleri tahsiline ara vermesine üzülen bir büyük zât ona hitaben şöyle demiştir: “Eğer Hazret-i Hâcemiz birkaç gün daha ilim mütalaası ile meşgul olup kemâl ve ikmâl sahibi olsalardı ne güzel olurdu.”[4]

Bu sözlerden onun öğretme icazeti alma aşamasındayken ilim tahsilini bıraktığı anlaşılmaktadır. Dahası o, tasavvufî terbiyeyi o kadar derin arzuyla istiyordu ki bu uğurda artık son aşamasına geldiği ilim tahsilini bıraktı.

Tasavvufî arayışlarına başlayan Bâkî Billâh, mânevî alanda taleplerine cevap olması için çeşitli tarikatlardan kendini ispat etmiş birçok şeyhe intisap ederek onların telkinlerini tecrübe etti. Onun henüz bir şeyhin intisabında karar kılmamasına annesi oldukça üzülüyordu. Annesi bir gün duasında şöyle dedi:

“Ey benim ve seni istemekte her şeyden vazgeçmiş ve gençliğinin lezzet ve arzularından el çekmiş olan oğlumun Rabbi! Ya onu maksadına kavuştur ya beni daha yaşatma ki maksadına kavuşamamasına ve elemine dayanamıyorum.”[5]

Bâkî Billâh, tasavvufî terbiye almak üzere ilk olarak Yeseviyye[6] şeyhlerinden Şeyh İftihar’a ve daha sonra aynı tarikatın bir başka halifesi Emir Abdullah Belhî’ye intisap etti. Adı geçen şahısların gözetiminde belli bir müddet sülûkuna devam etmesine rağmen bu konudaki kararını yeterli bulmayarak Nakşbendiyye’nin Kasânî[7] kolu şeyhlerinden Ubeyd Kabilî’ye[8] müracaat edip kendisine ders vermesini istedi.[9]

Prof. Dr. Necdet Tosun, Bâkî Billâh’ın Meşaih-i Turuk-i Erba’a adlı eserine atıfla onun çeşitli tarikatlara mensup pek çok şeyhe intisap ettiğini belirtmektedir. Bunlar arasında Nakşbendî-Kâsâniyye’den İshak Dehbidî, Yeseviyye’den Kâsım Şeyh Kerminegî, Kübreviyye’den[10] Sadreddin Buharî, Kadiriyye’den[11] Taceddin ve Çiştiyye’den[12] Seyyid Abdullah Mekkî’yi sıralamaktadır.[13]

Yukarıda zikredilen isimlere ve bu şahısların bağlı bulundukları tarikatlara bakıldığında Bâkî Billâh’ın istediği neticeyi alana kadar birçok şeyhe müracaatla arayışlarını sürdürdüğü görülmektedir.

Hâce İmkenegî’ye İntisâbı

Tasavvufî neşvede arayışlarını sürdüren Bâkî Billâh, bir gece rüyasında Bahâeddîn Nakşbend’i görüp ondan feyz aldı. Daha sonra o, Ubeydullah Ahrâr’ın ruhaniyetinden aldığını belirttiği bir işaretle Keşmir, Lahor ve Mâverâünnehir bölgelerine gitti. Hatta Bâkî Billâh’ın tasavvufla alâkalı kafasına takılan iki sorunun cevabını ararken rüyasında gördüğü Ubeydullah Ahrâr’ın ona “Bu sorunlarını kim çözerse senin şeyhin odur.” dediği rivayet edilmektedir.

Keşmir’de Nakşbendî icazeti de olan Baba Velî Bedahşanî’ye (ö.1001/1592) intisap etti. Onun vefatından sonra Kasaniyye’den Eke Şibirganî (ö.1004/1595) ile görüştü. Nihayetinde Semerkand yakınlarında ikâmet eden Hâce İmkenegî’ye ulaşarak ona intisap etti.[14]

Zaten belli bir seviyede tasavvufî yapıya sahip olan Bâkî Billâh aradığını İmkenegî’de bulduğunu anladı. Onun, İmkenegî’nin gözetiminde üç gün üç gece halvette kaldığı ve bu yoğun tecrübeden sonra hilafet icazeti aldığı rivayet edilmektedir.[15]

Şeyhi kendisine Hint bölgesine giderek orada halkı irşad etmesini istedi. Ancak henüz kendisini bu anlamda yeterli görmediğini söyleyen Bâkî Billâh affını talep etti. Şeyhinin tavsiyesiyle son kararı vermek üzere o gece istihareye yattı.

Rüyasında tam karşısında duran bir papağan gördü ve içinden “Bu papağan gelip elime konarsa Hint bölgesine gitmem benim için hayırlı olacak.” diye düşündü. Bu sırada papağanın gelip eline konduğunu, ağzından çıkardığı suyu onun gagasına akıttığını ve onunla konuşmaya başladığını gördü.

O, gördüğü bu rüyasını şeyhine anlattı. İmkenegî, rüyada görülen bu papağanın Hint bölgesini temsil eden bir kuş olduğunu, orada Bâkî Billâh’ın kendisinden yüksek düzeyde bir kişinin feyz alacağını ve dolayısıyla bu görevin onun için hayırlara vesile olacağını belirterek[16] ona şöyle dedi:

“Sizin işiniz Allah(cc) Teâlâ’nın yardımı ve bu yolun büyüklerinin ruhlarının terbiyesi ile tamam oldu. Tekrar Hindistan’a gidiniz. Çünkü bu silsile-i aliyyenin sizin sayenizde parlayacağını görüyorum. Bereket ve terbiyenizle orada sizden çok istifade edip büyük işler yapanlar gelecek.”[17]

İmkenegî’nin bu yorumuna saygı gösterip emrini yerine getirmek üzere hareket eden Bâkî Billâh önce Lahor’a gitti ve oradan Delhi’ye geçerek burada bir tekke kurdu. Kısa sürede ün yapan bu tekke etrafında kalabalık halk kitleleri Nakşbendî terbiyeyi almak üzere oraya akın etti.[18]

Bâkî Billâh yaklaşık iki yıl tekkesinde kendisine intisap eden müridlerini irşada devam etti. Tekkeye gelen müridlerin yemeklerini ve ekmeklerini annesi hazırlardı. Annesinin artık bu işleri yapamaz hâle geldiğini fark edince bir hizmetçi görevlendirdi. Oğlunun bu uygulamasını duyan annesi yaptığı işten haz aldığını belirterek şöyle dedi:

“Bilmiyorum ne kabahat ettim ki, Allah(cc) Teâlâ beni bu hizmetten mahrum eyledi. Yaptığım en iyi iş, o hazrete ve talebelerine ekmek ve yemek pişirmek idi. Onu da benden aldılar.”[19]

Annesinin bu sözlerini duyan Bâkî Billâh, onun gönlünü hoş edecek şekilde bir müddet daha ona müsaade etti.

Bâkî Billâh, tekkesine yoğun bir şekilde rağbet eden insanları irşad ederken hasta oldu. Hastalığı süresince tekkedeki irşad görevini halifelerinden İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindîye (ö.1034/1624) verdi.

Bâkî Billâh, daha kırk yaşında iken 25 Cemaziyelahir 1012/30 Kasım 1603’de Delhi’de vefat etti ve bugün Nebi Kerim Mahallesi olarak bilinen yerde Kademgâh mevkiine defnedildi. Kademgâh, bu bölgede Hz. Peygamber(sav)’in ayak bastığına inanılan bir yerdi.[20]

Çocukları ve İmâm-ı Rabbânî

Bâkî Billâh’ın Ubeydullah ve Abdullah adlı iki oğlu olduğu kaydedilmektedir. Önce Hüsameddin Ahmed’in gözetiminde eğitim alan bu iki zât babalarının vefatından sonra kendi yerine halife olarak bıraktığı İmâm-ı Rabbânî’den tasavvufî terbiye alarak yetiştiler.

Abdullah, görünüşü ve halleriyle babasına çok benzemekteydi. O, küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyerek hâfız oldu. Daha sonra aklî ve naklî ilimleri çeşitli hocalardan tahsil ederek medrese öğrenimini tamamladı. Tasavvufî terbiyeye yönelip İmâm-ı Rabbânî’den zikir telkini aldı ve onun gözetiminde seyr ü sülûkünü tekâmül ettirdi. İmâm-ı Rabbânî, şeyhine benzemesinden dolayı  ona çok değer verirdi. Bu sebeple onun Mektûbât’ında Abdullah b. Muhammed Bâki Billâh’a yazdığı mektupları vardır.

İmâm-ı Rabbânî’nin semâ karşıtı görüşlerine rağmen Bâkî Billâh’ın oğullarının ikisi de semâ taraftarıydılar. Bu iki zâtın doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte kabirleri Delhi’dedir.

Bâkî Billâh, çok merhametli ve zarif bir kişiliğe sahipti. Dünya malına tamah etmeyi sevmeyen, kanaatkâr, Zâhid ve âbid bir zâttı. Kur’an-ı Kerim okumaya, ibadetleri hakkıyla yerine getirmeye, zikre ve murakabeye çok önem verirdi.

O, kendi sûfî anlayışında Kur’an-ı Kerim ve sünnete uymayı esas aldığını belirterek müridlerine bu çizgiden hiçbir zaman sapmamalarını, tasavvufî edeb ve erkâna riayet etmelerini öğütlerdi. Büyük zâtların sözlerine önem vermelerini istediği müridlerinin ilim ve irfan ehliyle arkadaş olmalarını tavsiye ederdi:

“Kalbinde marifet-i ilâhî isteği olmayanla sohbet etme, arkadaşlık yapma. İlmini mevki, makam ve övünmek için vesile eden âlimlerden aslandan kaçar gibi kaçın… Cahil tarikatçılardan sakının.”[21]    

Onun kişiliği tasavvufî anlayışıyla özdeşleşmişti. Bu hâl rüyasında gördüğü Muhammed Parsâ’nın ona yönelik şu öğüdünü hayat düsturu edinmesinden kaynaklanmaktaydı:

“Tasavvuf yolunda ilerlemek, güzel ahlâk sahibi olmaktır. Bu büyük nimet ve saadet elde edildiği zaman asıl hedefe varılır.”

Netice itibariyle ona göre genelde Müslüman ve özelde sûfî olmanın en büyük göstergesi güzel ahlâktır.

Eserleri

Bâkî Billâh’ın eserlerinin önemli kısmı Külliyât-ı Bâkî Billâh adıyla Hasan Zeyd Farukî ve Burhan Ahmed Farukî tarafından neşredilmiştir. Onun eserlerinin geneline baktığımızda, sahip olduğu tasavvufî birikimi ve bakışını müridlerine yaptığı sohbetlerde ifade ettiği gibi yazılı ortamda da ortaya koyduğu eserlerinde yansıttığını söylemek mümkündür. Yukarıda adı geçen mecmuada ve başka yerlerde neşredilen eserleri şunlardır:[22]

Mensur Eserleri:

  1. Melfûzât: Müridlerinden biri olan Rüşdi Efendinin Bâkî Billâh’ın sözlerinden derlediği bir eserdir.

  2. Mektûbât: Müridlerine yazdığı 87 mektuptan oluşmaktadır.

  3. Resâil: Bâkî Billâh’ın birçok konuda yazdığı küçük hacimli risalelerinden müteşekkil bir eserdir. Risalelerin başlıkları şöyledir:

    Der Beyân-ı Hakikat-ı Namaz, Suret-i Namaz, Muhtasar-ı Beyân-ı Tevhid, Mânâ-yı E’uzü, Mânâ-yı Bismillah, Sure-i Fatiha, Beyân-ı Sure-i Ve’ş-Şems, Beyân-ı Sûre-i İhlâs, Beyân-ı Sûre-i Felak, Beyân-ı Sure-i Nâs, Terceme-i Dua-yı Kunut, Beyân-ı Âyet-i Ve Hüve Ma’aküm.

  4. Meşâih-i Turuk-i Erba’a: Bu eser Bâkî Billâh’ın Yeseviyye, Nakşbendiyye, Kübreviyye, Aşkıyye ve Kadiriyye tarikatlarına ait kendi silsilelerini içermektedir.

Manzum Eserleri:

  1. Şerh-i Rubâiyyat-ı Silsiletü’l-Ahrâr: Kendisinin yazdığı Silsiletü’l-Ahrâr adlı manzum eserine yine kendisi tarafından yazılan şerhtir.

  2. Mesnevî-yi Kable ez-Zaman-ı Derviş

  3. Mesnevî-yi Genc-i Fakr

  4. Sâkinâme

  5. Silsile-i Pîrân-ı Tarikat

  6. Silsiletü’l-Ahrâr
Tesirleri

Bâkî Billâh, az sayılabilecek bir süre zarfında şeyhlik yapmasına rağmen insanların yoğun ilgisine mazhar olup birçok mürid ve halife yetiştirmiştir. Onun rehberlik edip görev verdiği halifeleri vasıtasıyla Nakşbendîlik Hint kıtasından Orta Asya, Uzak Doğu, Orta Doğu (Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin), Mısır, Yemen, Hicaz, Anadolu ve Balkanlar gibi Müslümanların yaşadığı pek çok bölgeye yayılmıştır.

Söz konusu etkilerin unsurları olan halifeleri arasında İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî, Taceddin b. Zekeriyya el-Osmanî[23] (ö.1050/1640), Hüsameddin Ahmed (977-1043/1570-1633), Şeyh İlahdad[24] (ö.1049/1639) ve Mir Muhammed Numan[25] (977-1060/1569-1650) gibi meşhur isimler bulunmaktadır.

Onun halifelerinden İmâm-ı Rabbânî’nin tasavvufî düşünceleri pek çok Müslüman tarafından benimsenmiş ve günümüze kadar etkisi devam etmiştir. Bugün de ülkemizde düşünceleri ve eserleriyle tanınan bir zâttır.

Tasavvufî Görüşleri

Bâkî Billâh, diğer pek çok Nakşbendî şeyhi gibi İslâmî kaynaklara ve temel hükümlere bağlanmayı kendine düstur edinmişti. Özellikle Kur’an-ı Kerim okumaya, onun hükümlerine sarılmaya ve Hz. Peygamber(sav)’in sünnetine uygun bir hayatı sürdürmeye çok önem vermekteydi.

Özünü Kur’an-ı Kerim’in emirleri ve sünnetin düsturları oluşturmayan bir tasavvufî hayatın vuslata erdirmede yetersiz kalacağını belirtmekteydi. Ona göre Kur’an-ı Kerim’i okumak ve onu Hz. Peygamber(sav)’in bakışıyla anlamak gerekir. Vera sahibi bir zât olan Bâkî Billâh, amelî konularda fıkıh âlimlerinin eserlerine başvururdu.[26]

Dünya malına tamah etmenin insanlara getireceği mânevî zararlara işaret eden Bâkî Billâh, hem kendisi bu hususta dikkatli davranmakta hem de müridlerinin kendisi gibi hareket etmelerini öğütlemekteydi.

Çünkü dünya sevgisi veya dünyevî zevkler kalbi kaplayınca Allah(cc)’la bağı zayıflar. Bu sebeple kalp dünyevî alâkalardan kurtarılmalı ve Allah(cc)’a yöneltilmelidir. 

Tevazu Bâkî Billâh’ın mânevî hayatının ayrılmaz bir unsuru hâlindeydi. O, sürekli kendi hallerini gizler ve insanlara alçakgönüllü davranırdı. İnsanların eksikliklerini araştırmak yerine kendi kusurlarını dile getirmeyi tercih ederdi.

Gösteriş, riya ve kibirden uzak durmak onun temel özelliklerindendi. Yanına gelenlere tevazusundan dolayı kendinin kusurlu olduğunu bu sebeple ondan daha ehliyetli ve kâmil birini rehber edinmelerini öğütlerdi.[27]

Onun bu davranışlarıyla bir melam(et)î yaklaşıma sahip olduğunu söylemek mümkündür. O, seleflerinin hâllerin gizli kalması tavsiyesine samimiyetle uymuştur.

Bâkî Billâh, kendisine mânevî terbiye almak üzere intisap edenlere zikir telkiniyle birlikte râbıta hâlinde olmayı ve nigâhdaştı (sürekli murakabe hâlinde olmak, râbıta-i huzur) önerirdi.

Bazı kişilerin Nakşîler arasında râbıtaya önem veren şahıs olarak ondan çok sonra yaşayan Halid-i Bağdadî’yi göstermeleri onların temel kaynakları yeterince değerlendirmediklerini veya ne kadar önyargılı olduklarını göstermektedir.

Bâkî Billâh, müridlerinin hallerine ve kabiliyetlerine göre telkinlerde bulunurdu. Hafî/sessiz zikre çok önem verir, semâ ve deveran yaptırmazdı.[28]

Onun müridlerini nazar yoluyla irşadı zikredilmesi gereken önemli bir özelliğidir. Bakışı çok etkili olurdu. Bir kez baktığı veya teveccüh ettiği insan hemen bundan etkilenir ve kendinden geçerdi. Bu yönüyle tam bir hâl ehliydi. Bu durumun hikmeti kendisine sorulunca, insanlara şefkatinden dolayı onları yormadan teveccühle feyz aktardığı ifade etmiştir.

Yardımseverliğiyle bilinen Bâkî Billâh, bir gün içki mübtelası komşusunun hapse atıldığını duydu. Bu olaya üzülerek hapsedilen adamı kurtarmak için girişimlerde bulundu ve çıkmasını sağladı. Adam hapisten çıkmasına vesile olan şahsın Bâkî Billâh olduğunu öğrenince tevbe edip kötü alışkanlığını bıraktı. Bu durum tasavvuf büyüklerinin toplumsal barışı ve sosyal yapıyı korumada ne kadar etkili olduklarını gösteren bir örnektir.

Bâkî Billâh sanki merhamet âbidesiydi. Bütün canlılara merhametle muamele ederdi. Memleketinde kıtlık baş gösterdiği günlerde kendisine getirilen yiyecekleri kabul etmeyerek insanların açlıktan öldükleri bir dönemde yemek yemenin uygun olmayacağını belirterek günlerce riyazet yaptı.

Bir menkıbede anlatılanlar onun hayvanlara ne kadar merhametli davrandığını göstermektedir. Buna göre Bâkî Billâh soğuk bir kış gecesi ihtiyaç için yatağından kalkarak odasından çıktı. Geriye döndüğünde yatağında uykuya dalmış bir kedi gördü. Kediyi rahatsız etmemek için sabaha kadar oturup bekledi.[29]  

Baki Billah insanlarda kusur aramanın bir eksiklik olduğunu ifade ederdi. Talebelerinin yaptıkları hatalar ve işledikleri günahlar ona aktarılınca bunları kendine hamlederek kusur ve eksikliğin onları terbiye edende olduğunu belirtip sorumluluğu üzerine alırdı.

Bu tür durumların terbiye verici konumunda olan kendisi gibi zâtların görevlerini tam bir şekilde yerine getirmemelerinden kaynaklandığına dikkat çekerdi.[30] Çünkü bu tür hataları yapan insanlara doğruların neler olduğu öğretilmeli ve onların güzel ahlâk sahibi olmaları sağlanmalıdır. Söz konusu bu görevi yapması gereken insanların ilk sırasında onların mürşidliğini üstlenen zâtlar gelmektedir. Dolayısıyla ona göre müridlerin sorumluluğu şeyhlere ait olup onların gerekli tedbirleri alması lazımdır.

Baki Billah zorunlu durumlar dışında sürekli abdestli bir şekilde bulunmaya dikkat ederdi. Abdestli olarak iş yapmanın pek çok bereketlere vesile olacağına dikkat çekerek bunu etrafındakilere tavsiye ederdi. Çünkü ona göre abdest bir koruma zırhı gibidir. Aynı zamanda o, Allah(cc)’ı hatırda tutmanın en etkili vasıtalarından biridir.

Bâkî Billâh vahdet-i vücutçu bir sûfîydi. Eserlerinde bu fikrin etkisi aşikârdır. Yaratılmışların gerçek varlığa sahip olmadığını ve onların birer görüntüden ibaret olduğu ifade ederek bu düşüncesini açıkça ortaya koymaktadır. Onun halifesi İmâm-ı Rabbânî de intisabının ilk dönemlerinde şeyhiyle aynı görüşe sahip olduğunu, ancak sonradan bu anlayışın ötesinde olan vahdet-i şühûdun kendisine ilham edildiğini belirtmektedir.

“İlmini mevki, makam ve övünmek için vesile eden âlimlerden aslandan kaçar gibi kaçın. Cahil tarikatçılardan sakının.”
altin-silsile-favicon-150x150

Muhammed Bâkî Billâh (ks)

Kaynaklar:

[1]        Bazı eserlerde bugün Kabil olarak bilinen şehre nispeti Kabulî diye anılmaktadır.

[2]        el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 7; Kâsım Kufralı, Nakşbendîliğin Kuruluş ve Yayılışı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 1949, s. 83; Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, ss. 200-201; Hamid Algar, “Baki Billah”, DİA, c. 4, s. 542; Ethem Cebecioğlu, “Muhammed Baki Billah-i Kabulî”, Allah Dostları, Şule Yay., İstanbul 1995, c. 8, s. 188; Heyet, Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yay., İstanbul 1992, c. 8, s. 339. Kişmî, Baki Billah’ın doğum tarihini Hicrî 972 şeklinde verir. Muhammed Haşim Kişmî, Berekât: Zübdetü’l-Makamât, çev.: A. Faruk Meyan, Berekat Yay., İstanbul 1976, s. 13.

[3]        Bu zatın nisbeti bazı eserlerde Halvanî ve Hulvanî şeklinde geçmektedir.

[4]        Kişmî, Berekât, s. 14.

[5]        Kişmî, Berekât, s. 16.

[6]        Yesevîlik: Yusuf Hemedanî’nin (ö.535/1140) halifelerinden Ahmed Yesevî’nin (ö.562/1166) adına nisbetle kurulmuş bir tarikattır. Önce Seyhun ve Taşken bölgesinde gelişerek Harezm, Mâverâünnehir, Horasan, Anadolu vs. bölgelere kadar yayıllmıştır. Nakşbendiliğin gelişip pek çok bölgeye yayılmasından sonra Yeseviyye etkisini kaybetmiştir. Osman Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, Seha Neşriyat, İstanbul 1995, ss. 174-176.

[7]        Kasaniyye: Kâdı Muhammed’in halifesi Hâcegî Ahmed Kasanî’ye (ö.949/1542) nisbetle Nakşbendiyye’nin 16. Yüzyılda oluşturulmuş bir koludur. Kasaniyye çeşitli bölgelerde etkin olan temsilcilerine nisbetle oluşturulan kollarıyla Orta Asya, Doğu Türkistan, Kuzey Hindistan, Belh, Şam ve Anadolu ve Balkanlarda yayıldı. Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, ss.180-184.

[8]        Bu zatın Ubeydullah Ahrâr’a kadar olan tarikat nisbeti şu şekildedir: Ubeydullah Ahrâr ―› Kâdı Muhammed  ―› Mahdum-i Azam ed-Dehbidî ―› Lütfullah ―› Ubeyd. Bk. el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, ss. 9-10.

[9]        el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 9; Kufralı, Nakşbendîliğin Kuruluş ve Yayılışı, s. 83; Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, ss. 200-201; Algar, “Baki Billah”, s. 542; Cebecioğlu, “Muhammed Baki Billah-i Kabulî”, Allah Dostları, s. 188.

[10]      Kübrevîlik: Necmeddin Kübrâ’ya (ö.618/1226) nisbetle kurulmuş bir tarikattır. Hindistan, İran, Orta Asya ve Uzak Doğu’da pek çok bölgede etkinliğini sürdürmüştür. Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, ss. 199-200. 

[11]      Kadirîlik: Abdulkâdir-i Geylânî’ye (ö.562/1166) nispetle 12. Yüzyılda kurulmuş bir tarikattır. Pîr’in adına binaen Kâdiriyye ve bazende onun nisbetine işaretle Geylâniyye diye anılan bu hareket, İslâm dünyâsının en yaygın tarîkatlarından biridir. Endonezya’dan Kuzey Afrika’ya, Sibirya’dan Anadolu topraklarına kadar geniş bir yelpazede müntesipleri vasıtsaıyla varlığını sürdürmüştür. Sâdık Vicdânî, Tomâr-ı Turuk-i Aliye: Tarîkatlar ve Silsileleri, haz.: İrfan Gündüz, Enderun Yay., İstanbul 1995, ss. 96-159; D. S. Margoliouth, “Kâdiriyye”, İA., MEB, İstanbul 1979, c. VI, ss. 50-54; Dilaver Gürer, Abdulkâdir Geylanî: Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İnsan Yay., İstanbul 1999, ss. 327-381.

[12]      Çiştîlik: Muinüddin Hasan Çiştî’nin (ö.633/1236) adına nispetle oluşturulan bir tarikattır. Hem sesli/cehrî hem de sessiz/hafî zikri tercih eden bu tarikat Hindistan, Orta Doğu, Orta Asya ve Uzak Doğu ülkelerinin bazılarında yayılmıştır. Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, 10.bs., Ensar Neşriyat, İstanbul 2004, ss. 249-250.

[13]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 201. Baki Billah’ın yukarıda metinde belirtilen şeyhlerine nisbeti için bk. el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 10.

[14]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 202. Muhammed Baki Billah’ın yukarıdaki metinde zikredilen şeyhlere intisabı hakkında Muhammed Murad Kazanî de değerlendirmeler yapmaktadır. Bk. el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, ss. 10-11.

[15]      Algar, “Baki Billâh”, DİA, c. 4, s. 542; Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 202; Cebecioğlu, “Muhammed Baki Billah-i Kabulî”, s. 189.

[16]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 202.

[17]      Kişmî, Berekât, s. 21.

[18]      Kufralı, Nakşbendîliğin Kuruluş ve Yayılışı, s. 83.

[19]      Kişmî, Berekât: İmâm-ı Rabbânî ve ve Yolundakiler, s. 17.

[20]      el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 18; Kevserî, İrgâmu’l-merîd, s. 69;  Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 202; Cebecioğlu, “Muhammed Baki Billah-i Kabulî”, s. 191. Baki Billah’In vefat tarihi bazı eserlerde gün ve ay farklarıyla verilmiştir. Mesela Hamid Algar 25 Rebiülahir 1012/2 Ekim 1603 (Algar, “Baki Billah”, DİA, c. 4, s. 543) ve Hoca-zâde Ahmed Hilmi 26 Cemaziyelevvel 1012/1 Kasım 1603 tarihlerini kaydetmişlerdir (Hoca-zâde Ahmed Hilmi, Hadikatü’l-evliya: Veliler Bahçesi, Osmanlı Yayınevi, İstanbul 1979, s. 93.

[21]      Eviyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yay., İstanbul 1992, c. 8, s. 359.

[22]      Baki Billah’ın eserlerinin belirlendiği bu kısım genel olarak Necdet Tosun’un tepitlerine dayanmaktadır. Bk. Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 2003.:

[23]      Ömrünün son yıllarını Mekke’de geçiren Şeyh Taceddin, Nakşbendiyye tarikatının Hicaz ve Yemen bölgelerinde yayılmasında etkili olmuş bir zattır.

[24]      Bâkî Billâh’ın yakın hizmetlerinde bulunan ve tekkenin işlerini yürten İlahdad, şeyhinin vefatından sonra irşad görevi yapmaya başlamıştır. Bunu haber alan İmâm-ı Rabbânî tarafından yetkisi olmadığı halde böyle bir görevi yürüttüğü iddiasıyla tepkiye maruz kalmıştır. Daha sonra Bâkî Billâh’ın diğer halifesi Hüsameddin Ahmed’in arabuluculuğuyla bu gerginlik giderilmiştir.

[25]      Muhammed Numan, şeyhi Bâkî Billâh’ın vefatına kadar ona hizmet etmiş ve onun gözetiminde tasavvufî eğitimini sürdürmüştür. Baki Billah’ın vefatından sonra İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’yle birlikte hareket etmiştir. Bu sebeple pek çok eserde onun mürşidi olarak İmâm-ı Rabbânî zikredilir.

[26]      Kişmî, Berekât, s. 23.

[27]      el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 13.

[28]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 204.

[29]      el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 16.

[30]      Aynı yer.

Önceki Halka

Hâcegî İmkenegî (ks)

Detaylı Oku

Sonraki Halka

İmâm-ı Rabbânî (ks)

Detaylı Oku