
Abdullah Dihlevî (ks)
29
Bu sayfada yer alan bilgiler Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanan “Altın Silsile’den Altın Halkalar” kitabından alınmıştır.
Abdullah Dihlevî (ks)
Abdullah Dihlevî Efendi, 1156/1743’te Pencap’a bağlı Betale beldesinde doğdu.[1] Babası Kadiriyye’ye mensup Abdullatif adında bir zâttı. Yaşadığı bölgede Gulam Ali diye tanınmaktaydı.
Kur’an-ı Kerim’i hıfzederek başladığı ilk tahsilinin ardından Abulaziz Dihlevî ve yaşadığı bölgedeki diğer bazı âlimlerden tefsir, hadis ve fıkıh alanlarına dair pek çok eseri okudu.[2]
Zâhirî ilimlere dair tahsilini belli bir aşamaya kadar ikmal ettikten sonra babasından küçük yaşlarından beri gördüğü tasavvufî terbiyesini geliştirmek üzere arayışlara başladı. O bölgedeki bazı Çiştî şeyhlerinin sohbetlerine katıldı.
Bu sırada 22 yaşına geldiğinde Delhi’de irşad faaliyetlerini yürüten Mazhar Cân-ı Canân’la tanıştı. Ona intisap etmek istediğini belirttiğinde Mazhar:
“Oğlum burada tuzsuz taş yalamaktan başka ne var ki? Zevk ve şevk istersen başka yere müracaat et.” diyerek tevazu gösterdi. Aynı zamanda Mazhar, bu sözleriyle tasavvufî terbiyenin sabır isteyen bir eylem olduğuna dikkat çekmiştir.
Abdullah Dihlevî, hem içinde bulunduğu hâli bilen hem de tevazu gösteren Mazhar-ı Cân-ı Cânân’ın bu tutumundan ziyadesiyle etkilerek “Makbul olan tuzsuz taş yalamaktır.” deyip ona intisap etti.[3]
15 yıllık (bazı rivayetlerde bu süre 22 yıl olarak geçmektedir) bir seyr ü sülûk sürecinin ardından şeyhinden irşad icazeti aldı. Cân-ı Cânân’ın muhtemelen Şiî bir kişi tarafından şehid edilmesinin ardından onun tekkesinde şeyh olarak görev yapmaya başladı.
Abdullah Dihlevî’nin tekkesi bir tasavvufî terbiye merkezi olmasının yanında, müridlere hadis, fıkıh ve kelâm ilmine dair derslerin verildiği medrese gibi hizmet verdi. Şam, Anadolu, Irak, Hicaz, Horasan, Maveraünehir vs. pek çok bölgeden insanlar onun dergâhına gelerek ondan tasavvufî terbiye alıyorlardı.
Abdulah Dihlevî 82 yaşındayken 12 Safer 1240/6 Ekim 1824’te Delhi’de vefat etti. Cenazesini vasiyeti üzerine halifesi Ebu Said Farukî kıldırdı ve aynı şehirde bulunan degâhının haziresine Mazhar Cân-ı Cânân’ın yanına defnedildi.[4]
Tasavvufî Görüşleri
Abdullah Dihlevî, cömertliği ve tevazusuyla insanların gönlünde iz bıraktı. Dergâhına gönderilen güzel yemekleri yemez komşularına ikram ederdi. O az uyur, gece ibadetlerini ihmal etmezdi.
Geceleri murakabe yapar ve Kur’an-ı Kerim okurdu. Sonra sabah namazını cemaatle kılardı. Namazdan sonra tekrar işrak vaktine kadar Kur’an-ı Kerim okur; işrak vaktini müteakip Kur’an-ı Kerim tefsiri okurdu. Kur’an-ı Kerim’den günlük virdinin on cüz olduğu kaydedilmektedir.[5]
Öğlen namazından sonra da talebelerine tefsir ve hadis dersleri okuturdu. İkindi namazından sonra hadislerden ve İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ından sohbet yapardı. Bazen Avarifü’l-maârif ve Risale-i Kuşeyrî’den de anlatırdı.
Akşam namazından sonra teveccüh yapardı.[6] O çok nezih bir tabiata sahipti. Tütün içiciler yanına geldiğinde insanlar rahatsız olmasın diye güzel kokulu tütsüler yaktırır veya etrafına güzel kokular serptirirdi.[7]
Abdullah Dihlevî namaz ibadetine ve onu cemaatle kılmaya çok önem vermekteydi. Namazın her aşamasının hakkını vererek tadil-i erkân ve huşû ile kılınması gerektiğini ifade edip bunun Hz. Peygamber(sav)’in emri olduğunu vurgulardı. Ona göre bütün ibadetlerin özellikleri namaz içinde toplanmıştır.
Kur’ân-ı Kerim okumak, tesbih etmek, salâvât getirmek, günahlara tevbe etmek, yalnız Allah(cc)’tan yardım istemek ve O’na dua etmek bu özelliklerden bazılarıdır. Namazdaki kıyam, rükû, secde ve oturuşların hepsi diğer varlıkların kulluk şekillerini temsil etmektedir.
Namazın mirac gecesi farz kılındığı bilinmektedir. Bu sebeple miraca çıkan Hz. Peygamber(sav)’e uyma amacıyla namaz kılan bir Müslüman Allah(cc)’a yaklaştıran mânevî makamlara yükselir. Namazı terk edenin diğer emirleri kaçırması kolaylaşır.
Abdullah Dihlevî’ye göre irfanî ve kevnî olmak üzere iki tür keramet vardır. Sûfîlerin itibar ettiği keramet irfânî olanıdır. İrfanî keramet halvette ve celvette, sevinç ve fersizlik hallerinde daima huzurda bulunma ve müşahede ile marifetullaha varmaktır.
Kevnî keramet ise bazı olağanüstü hallerin zuhur etmesidir. Büyük zâtlar her iki keramete sahip olmalarına rağmen ikincisini gizlemeyi tercih etmişlerdir. Çünkü riya ve kibir onların yolunun dışındadır.
Abdullah Dihlevî keşif ve keramete sahip olan müridlerini uyarıyor, onların kibre ve riyaya düşmemesi için bu gibi hâllerini gizlemelerini istiyordu. Çünkü keşif ve keramete takılmak sûfîler için mânevî yolda ilerlemeye engeldir.[8] Ona göre kerametlerin en üstünü Allah(cc) sevgisi ve Resûlullah(sav)’a ittibadır. Diğerleri bu ikisinden sonra gelir.
Abdullah Dihlevî müridlerine yazdığı mektuplarında ve onlara yönelik öğütlerinde onlara her zaman güzel huyları benimsemelerini tavsiye etmektedir. Onun sözünün ettiği bu güzel huylar şöyle sıralanır:
“Yumuşak başlı olmak, gerektiği yerde baş eğmesini bilmek, şefkatli ve merhametli olmak, herkes için iyilik düşünmek, arkadaşları arasında uyar olmak, iyiliksever olmak, geçimli olmak, hizmet ehli olmak, topluma ve ortama uymasını bilmek, güleryüzlü olmak, cömert olmak, çıkarcı olmamak, dostluğa ve sevgiye önem vermek, sözünde durmak, sakin ve vakarlı olmak, Allah(cc)’a hamdederek O’na dua etmek, nefsini küçümsemek ve başkalarını küçümsememek vb.[9] O, Nakşî tarikatının dört meseleden ibaret olduğunu söylerdi: Def’-i havâtır, devam-ı huzur, cezbeler ve varidât.[10]
Cömertlik Abdullah Dihlevî’nin çok önem verdiği güzel ahlâk ilkelerinden biridir. Yaptığı ikramların gizli kalmasına dikkat ederdi. İnsanlara merhamet ve şefkatinde de aynı şekilde cömert davranırdı. Dünyevî şeylere meyletmez ve mal-mülk edinme gibi gayretlere girmezdi. Zenginler ve yöneticiler tarafından kendisine gönderilen dünyalıkları kabul etmezdi.[11]
Ona göre “fakir فقير” kelimesindeki “fe” fakirliğe, “kaf” kanaate, “ye” Allah(cc)ı yâd etmeğe (zikir), “re” riyazete delâlet etmektedir. Bu dördü yapıldığı zaman “fe” fazl-ı Huda’ya, “kaf” kurb-i Mevlâ, “ye”dostluğa ve “re” rahmet-i Rahman’a işaret eder. Eğer yukarıdaki dört işaret gerçekleşmezse o zaman bu harflerin işaretleri şöyle olur: “fe” fadıhat, “kaf” kahr, “ye” ye’s ve “re” rüsvalık.[12]
Eserleri ve Halifeleri
Abdullah Dihlevî, şeyhi Mazhar Cân-ı Cânân’ın hayatını, menkıbelerini ve bazı tasavvufî görüşlerini Makâmât-ı Mazhariyye adlı eserinde toplamıştır. Nakşbendiyyenin âdâb ve erkânından bahseden İzahü’t-tarika[13] adlı eser de ona atfedilmektedir. Ayrıca çeşitli kesimlerden kişilere ve müridlerine yazdığı mektuplarından bazıları Mekâtib-i Şerife adıyla bir kitapta toplanmıştır.
Abudllah Dihlevî’nin Müslümanların yaşadığı pek çok bölgeden müridleri ve irşad icazeti verdiği halifeleri vardır. Onun elinizdeki bu kitaba konu olan silsiledeki Halid el-Bağdadî’ye verdiği icazetin çevirisi şöyledir:
“Besmele, hamd, salât ve selâmdan sonra fakir Abdullah ed-Dihlevî en-Nakşbendî el-Müceddidî (Allah(cc) kendilerini affetsin) şöyle buyurdular: İrşad dairesinin kutbu ve talebelerin birincisi Hak’ka yakın olan Şeyh Halid el-Bağdâdî, Nakşbendî tarikatı adâbına göre seyr u sülûkünü tamamlamak için bu fakirin yanına geldi.
Allah(cc)’ı zikirle meşgul olup melufâtı terk ederek gereken gayreti gösterdi. Noksan sıfatlardan münezzeh ve müberrâ olan Allah(cc)’ın inâyet u ihsanına hamd ve şükürler olsun. Büyük pîrlerin kudsî vasıtaları ile yüksek tarikatların derecelerine terakki etti. Fenâ fî’llahın yüksek mertebelerine ulaştı.
Aynı şekilde varlıklar âlemini seyr ile letâifin nurları, keyfiyet ve hâllerini müşahede etti. Kalpleri nurlu ve hoş kılınıp tarikatın kemâline ulaştı.
Bundan sonra hilafet ve talebelerin terbiyesi ile görevlendirip Kadiriyye, Çiştiyye ve Sühreverdiyye gibi tarikatlardan da icazet verdim. Bu tarikatlarda onun eli benim elimdir. O benim vekilimdir ve yed-i sahihamdan sadakatle benim şeyhlerimin halifesidir.
Onun rızası benim rızamdır. Sünnet’e ittiba, zikr-i şerife devam, râbıta, murakabe ile kötü şeyler ve bidatlardan sakınmak, sabır, tevekkül, teslimiyet, Allah(cc)’ın rızasına yapışmakla nimetlenmek, tefsir ve hadis gibi şerefli ilimlerle meşgul olmak, tasavvuf ile bâtınlarını tasfiye ve müridlerin başlangıç hâllerinde onlara şefkatli bir baba gibi muamele etmesi için icazet verdim.
Allah(cc)’tan ben ve bütün kardeşlerimin afiyetlerinin devamını niyaz ederim.”[14]
Kaynaklar:
[1] Abdullah Dihlevî’nin doğum tarihi bazı eserlerde 1158/1745 şeklinde verilmektedir. Hanî, el-Hadâiku’l-verdiyye, s. 841; Abdülganî bin Ebî Sa’îd el-Ömerî, Hüvelganî Risalesi, çevireni belirtilmemiş, İstanbul 2002, s. 148.
[2] Abdülganî bin Ebî Sa’îd, Hüvelganî Risalesi, ss. 149-150; Süleyman Uludağ, “Abdullah ed-Dihlevî”, DİA, c. 1, s. 94.
[3] Hani, el-Hadâiku’l-verdiyye, s. 843.
[4] Abdülganî bin Ebî Sa’îd, Hüvelganî Risalesi, s. 167.
[5] Abdülganî bin Ebî Sa’îd, Hüvelganî Risalesi, s. 151; Hani, el-Hadâiku’l-verdiyye, ss. 846-847.
[6] Abdülganî bin Ebî Sa’îd, Hüvelganî Risalesi, s. 151; Hani, el-Hadâiku’l-verdiyye, s. 848.
[7] Abdülganî bin Ebî Sa’îd, Hüvelganî Risalesi, s. 154;
[8] Seyyid İbrahim Fasih, Mecd-i Talid: Büyük Doğuş, çev.: Fikri Yavuz, Turgut Ulusoy, 2.bs., Uluçınar Yay., İstanbul 1976, ss. 36-37; Abdülganî bin Ebî Sa’îd, Hüvelganî Risalesi, s. 155.
[9] Hani, el-Hadâiku’l-verdiyye, s. 858.
[10] Kotku, Tasavvufî Ahlâk, c. 2, s. 220.
[11] Abdülganî bin Ebî Sa’îd, Hüvelganî Risalesi, ss. 152-153.
[12] Aynı eser, s. 155.
[13] Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, no: 742.
[14] Hasan Şükrü, Şemsü’ş-şümûs: Güneşler Güneşi Hz. Mevlânâ Halid Bağdadî, çev.: Hasan Şükrü, sadeleştiren: Mahmud Parlar, Uluçınar Yay., İstanbul 1976, ss. 180-181; Memiş, Halid-i Bağdadî, s. 53.

Önceki Halka
Mazhar Cân-ı Cânân (ks)
