Altın Silsile'den Altın Halkalar

Image hover effect image

Hazret-i Ebû Bekir (ra)

2

Bu sayfada yer alan bilgiler Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanan “Altın Silsile’den Altın Halkalar” kitabından alınmıştır.

Hazret-i Ebû Bekir (ra)

İsmi Abdullah ve künyesi Ebû Bekir’dir. Araplar arasında künye ile çağırmak âdet olduğundan, Ebû Bekir adıyla meşhur olmuştur. Fil Vak‘ası’ndan üç yıl kadar sonra Mekke’de doğdu.

Atîk “çok köle azat eden” lakabıyla anılan Hz. Ebû Bekir(ra), hazerde ve seferde Hz. Peygamber(sav)in arkadaşıdır. Onun Müslüman oluşuna vesile olan nebevî bir mucizeyi Taberî, şu şekilde nakletmektedir:

“Hz. Ebû Bekir(ra), Şam’da ticaret yaptığı sırada rüyasında Ay’ın Mekke’ye inip bütün evlere ondan bir parça girdiğini, daha sonra da kendi evinde toplu bir hâle geldiğini görür. Rüyasını ehl-i kitap bilginlerinden Rahip Bahira’ya anlatır. Bahira; ‘Sen nereden geldin?’ diye sorar. Hz. Ebû Bekir(ra); ‘Mekke’den’ der. ‘Kimlerdensin?’ diye sorunca, ‘Kureyş’ten’ cevabını verir. ‘Hangi işle meşgulsün?’ sorusuna ise ‘ticaretle’ karşılığını verir.

Bunun üzerine Bahira; ‘Allah(cc) rüyanı doğru çıkarırsa, kavminden bir peygamber gönderecek, sen de sağlığında onun veziri, vefatından sonra da halifesi olacaksın!’ der. Hz. Ebû Bekir(ra) bunu kimseye açıklamayıp kalbinde gizli tutar.

Efendimiz, risalet vazifesini aldığı zaman Hz. Ebû Bekir(ra) yanına gelerek; ‘Ey Muhammed! Davet ettiğin şeye delilin nedir?’ diye sorar. Resûl-i Ekrem de; ‘Şam’da görmüş olduğun rüyadır!’ buyurunca, Hz. Ebû Bekir(ra) Peygamberimizi kucaklayıp iki gözünün arasından öper ve ‘Ben şehadet ederim ki sen Allah(cc)’ın Resûlüsün!’ diyerek Müslüman olur.”[1]

İslâm’la şereflendikten sonra Mekkeli müşriklerin hedef aldığı isimlerin başında gelmekteydi. İbnu’d-Dığne’nin himayesinde müşriklerin tasallutundan kurtuldu. Evinde ibadet ve taatle meşgul olan Hz. Ebû Bekir(ra)’in bir özelliği, Kur’ân okurken gözyaşlarını tutamamasıydı. Evinden yükselen Kur’ân tilavetini dinlemek üzere müşriklerin kadın ve çocukları dikkat kesiliyor, ilgiyle kendisini diniyorlardı.

Bu durum Kureyş’in ileri gelenlerini ürküttü. İbnu’d-Dığne’ye haber gönderip gerekeni yapmasını istediler. Bunun üzerine o da Hz. Ebû Bekir(ra)’e gelip şöyle dedi:

“Ey Ebû Bekir! Seni hangi şartla himayeme aldığımı biliyorsun. Ya bu şartlara razı olup gereğini yaparsın ya da himayemden çıkarsın. Çünkü ben, Arap cemiyetinin, anlaşma yaptığım biriyle anlaşmamı sebepsiz yere bozduğum intibaını taşımasını arzulamıyorum.”

Bu söz üzerine Hz. Ebû Bekir(ra); “O halde himayeni sana iade ediyorum. Ben Allah(cc)’ın ve Peygamberinin himâyesine râzıyım.” karşılığında bulundu.[2]

Nasıl biriydi?

Hz. Ebû Bekir(ra), İslâm’a girip Müslümanlığını açığa vurunca, hemen insanları Allah(cc)’a davete başladı. O, kavmiyle kaynaşan yumuşak huylu ve çok sevilen biri idi. Huyu güzel, doğru ve dürüst bir tüccardı. Bilgili ve hoş sohbet olduğu için pek çok hususta insanlar yanına gelir, görüşlerinden istifade ederlerdi. O da kendisine güvendiği kimseleri Allah(cc)’a ve İslâm’a davet ederdi.

Onun delâletiyle Zübeyr b. Avvâm, Osman b. Affân, Talha b. Ubeydullah, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Abdurrahmân b. Avf (radıyallahu anhum) gibi ashâbın önde gelen simaları Müslüman olmuşlardı.

Hz. Ebû Bekir(ra) uzuna yakın orta boylu, beyaz tenli, zayıf bedenli, gür saçlı, seyrek sakallı, çukurca gözlü, yumru alınlı, güzel yüzlü idi. Bedeni zayıf zarif, cildi ince, göz pınarları derin, yüzü nurlu, alnı ve yüzü beyaz ve açık idi. Bedeni zayıf ve zarif olmasına rağmen kuvvetli, azminde kararlı ve şecaatli idi. Görünüşünü sun’î güzelliklerle süslemeye hevesli değildi. Duruşları mahzun ve sevimli idi.[3]

Hz. Ebû Bekir(ra), erkekler arasında ilk Müslüman olan kişi, Müslümanlar arasında ilk defa malının tamamını Allah(cc) yolunda harcayan insan, Allah(cc) Resûlüne gelen maddî zararı Müslümanlar arasında ilk defa karşılayan kişidir. İslâm tarihinde ilk halifedir. Kur’ânı Kerim’in yazıldığı sayfalardan ve ezberleyen hâfızlardan dinleyerek ilk defa kitap hâline getiren, İslâm’da ilk kez hazineyi/beytülmâli kuran kişidir.

Aşere-i mübeşşere sayılırken ismi ilk sırada zikredilen, Peygamber Efendimizle birlikte hicret eden, bu yüzden de kendisine Kur’ân-ı Kerim’de ikinin ikincisi denilen isimdir.[4]

Miraç gecesinin sabahında kararlılık göstermiş, inkârcılara etkili cevaplar vermiştir. Bedir Gazvesi ve Hudeybiye Anlaşması sırasındaki konuşmaları çok etkili olmuştur. Mekke’ye girmek geciktiğinde o sebat etmiş ve diğerleri gibi şüpheye düşmemiştir. Mürtetlerle savaşı onun cesaretinin göstergesidir. En sıkıntılı anlarda Üsâme ordusunu yola çıkarmış ve kararlılığını göstermiştir.[5]

Hz. Ebû Bekir(ra), ashap içerisinde ileri görüşlülüğü ile seçkindi. Rüya yorumlama hususunda derin bir sezgisi vardı. Üstün akıl sahibiydi. Söz ve davranışlarında mükemmel bir konumdaydı. İnsanlar arasında Allah(cc)’ı en iyi bilen, Allah(cc)’tan en çok korkandı.[6]

Tasavvuf düşüncesinde Hazret-i Ebû Bekir (ra)

Tasavvuf düşüncesinde Hz. Ebû Bekir(ra), zühd ve verâ’ı ile tasavvufî hayatın ashap içindeki öncülerinden sayılır. Nitekim Ebû Bekir Muhammed el-Vâsıtî (ö.320/941):

“Bu ümmet içinde sûfiyâne sözler ilk defa Hz. Ebû Bekir(ra)’in dilinden dökülmüştür.” diyerek onun Allah Resûlü(sav)’ne malının tamamını getirdiğinde: “Çoluk çocuğuna ne bıraktın?” sorusuna: “Allah ve Resûlünü” cevabına işaret etmektedir.[7]

Hz. Ebû Bekir(ra), Kureyş’in önde gelen servet sahiplerinden biri olmasına rağmen, mütevazı bir hayat sürmüştür. O, dünya malını en verimli şekilde kullanarak bütün varını yoğunu Allah Resûlü(sav)’nün önüne sermiş, servetini Allah(cc) yolunda harcamış, bilhassa İslâm’ın ilk ve en sıkıntılı yıllarında eziyet gören Müslüman köleleri satın alarak onları hürriyetine kavuşturup işkenceden kurtarmıştır.

Servet sahibi olması, zühdüne mâni olmamış, aksine o, malını gerektiği gibi kullanarak, zenginlik içinde zühdün nasıl yaşanacağını göstermiştir.

Hz. Ebû Bekir(ra), halifeliği sırasında da oldukça sade bir hayat yaşayarak makamın onun bu tavrını değiştirmediğini göstermiştir. Hatta vefatı esnasında, kendisine ait bir arazi parçasının satılarak hilâfeti müddetince maaş olarak devlet hazinesinden aldığı miktarın, geri ödenmesini vasiyet etmiştir.[8]

Bir Müslümanın hedefi, muttakî olabilmektir. Yani, Allah(cc)’a derin bir saygı duyan ve O’nun rızasını kaybetmekten sakınan kimseler seviyesine ulaşmalı ve dünyaya veda edip giderken de Allah(cc) Teâlâ’nın rızasını kazanmış olabilmelidir.

Bu hedefe varabilmek için, acaba bilerek veya bilmeyerek bir günah işler de, Allah(cc) katındaki yerimi kaybeder miyim diye dikkatli ve titiz davranmak gerekir. Efendimizin buyurduğu gibi, yapılması ilk planda sakıncalı görünmeyen bazı davranışlardan bile, günaha girme endişesiyle uzak durmalıdır.

Bu konularda en büyük hassasiyeti gösterenlerden biri de, Hz. Ebû Bekir(ra) idi. Lüzumsuz ve yersiz sözden son derece kaçınan Hz. Ebû Bekir(ra)’in az ve yerinde konuşmayı şiar edinmek, kendini buna alıştırmak için uzun süre ağzında taş taşıdığı rivayet edilmektedir.[9]

Şüphelilerden sakınma konusunda gösterdiği titizlik, ondaki vera duygusunun tezahürü olduğu gibi, tasavvuftaki “helâl lokma” inceliğinin de esasıdır. Hz. Âişe annemiz anlatıyor:

“Ebû Bekir es-Sıddîk’ın bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını Ebû Bekir(ra)’e verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün, köle kazandığı bir şeyi getirdi, Hz. Ebû Bekir(ra) de onu yemeğe başladı. Köle Ebû Bekir(ra)’e; ‘Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun?’ diye sordu. Ebû Bekir(ra) de; ‘Söyle bakalım, neymiş?’ diye açıklamasını istedi.

Köle şunları söyledi; ‘Falcılıktan anlamadığım halde, cahiliye devrinde falcılık yaparak birini aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık, işte bu yediğin şeyi verdi.’ Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir(ra), parmağını ağzına götürerek yediklerinin hepsini kustu.”[10]

Buna göre mümin olarak hepimiz haramlardan şiddetle sakınmak zorundayız. Kendimizin ve ailemizin midesine haram lokma koymanın büyük bir günah olduğunu bilmeliyiz. Hatta bununla da yetinmeyip Hz. Ebû Bekir(ra)’in yaptığı gibi, haram olması ihtimali bulunan şeylerden de uzak durmalıyız.

Zira şunu iyi bilmeliyiz ki, haram bir gıdanın sağladığı kuvvetle yapılan ibadetler ve dualar kabul olmaz. Yine bu minvalde Hz. Ebû Bekir(ra): “Haramın herhangi bir babına gireceğiz korkusundan biz helâlden yetmiş bab terk ederdik…” buyurmuştur. [11]

En yakın “Dost”

Peygamber Efendimiz muhacirlerin yaptıkları fedakârlıkları zaman zaman yâd etmiş ve onları methetmiştir. Ancak onların içerisinde Ebû Bekir(ra)’ın ayrı bir yeri vardır. Ona olan minnettarlığını ise şöyle ifade etmiştir:

“Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını ayniyle veya daha fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebû Bekir(ra) müstesnâ! Onun o kadar çok iyiliği olmuştur ki karşılığını kıyamet günü Allah(cc) verecektir.

Bana Ebû Bekir(ra)’in malı kadar kimsenin malı faydalı olmamıştır. Eğer kendime bir dost edinseydim, mutlaka Ebû Bekir(ra)’i edinirdim. (Kendini kastederek) Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah(cc) Teâlâ’nın dostudur.”[12]

Yine Hz. Ebû Bekir(ra) ile ilgili olarak anlatılan şu olay, onun dünyaya hangi zâviyeden baktığını ve Resûlullâh’ın hayatından ne kadar etkilendiğini, açıkça göstermektedir:

“Bir gün, içmesi için bal şerbeti ikram edilmişti. Ne var ki o, şerbeti ağzına yaklaştırdığında ağlamaya başladı. Yanındakiler de gözyaşlarını tutamadılar. Ağlamasının sebebi sorulunca şu cevabı verdi: ‘Resûlullâh(sav) ile birlikte bulunuyordum. O sırada; ‘Uzaklaş benden, uzaklaş benden!’ diyerek, bir şeyi yanından kovmaya çalıştığını gördüm. Ancak, ben bir şey göremiyordum. Ne olduğunu öğrenmek isteyince, Efendimiz şunları söyledi:

‘Dünya bütün varlığıyla bana gösterildi. Ona, benden uzaklaş dedim. O da uzaklaştı, ancak şöyle seslendi; ‘Allah(cc)’a yemin olsun ki benden kaçıp kurtulsan da senden sonra gelenler benden kaçamayacaklar!’” Hz. Ebû Bekir(ra), sözlerine devamla “İşte ben de dünya sevgisine kapılmaktan korktum ve bu sebeple ağladım.”[13]

Hucvîrî (ö.465/1072), Hz. Ebû Bekir(ra)’in zühde davet eden, dünyalıkla oyalanmayı kerih gören tavsiyelerine şu şekilde yer vermektedir:

“Memleketimiz fânî, hâllerimiz iğreti, nefeslerimiz sayılı ve ihmalimiz de vardır. Dünya geçip gitmekte, on­daki hâllerimiz ariyet durumda, alıp verdiğimiz soluklar sayılı, tem­belliğimiz de açıkça ortada. Şu hâlde fânî olan şu memleketi imar etmek bilgisizlikten, âri­yet olan hâllerimize itimat etmek budalalıktan, sayılı nefeslere gön­lü alıştırmak gafletten, tembelliğe din adını koymak aldanıştandır.

Zira iğreti olan şey geri alınır, geçen şey bâkî olmaz, sayılı şeyin so­nu gelir, tembelliğin de devası yoktur. İnsan, fânî ile meşgul olduğu zaman bâkîden mahcup ve perdelenmiş olur. Nefs ve dünya, Hak ile talip olan arasında bir perde olduğu için Hak dostları bunların ikisinden de yüz çevirmiş­lerdir. Dünyanın ariyet olduğunu, ariyet olan bir şeyin, başkasının mülkü olduğunu bildikleri için, başkalarının mülkünde tasarrufta bulunmaya kalkışmaktan geri durmuşlardır.”[14]

Hicrette Mağara Arkadaşı

Allah Resûlü(sav)’nün hicret esnasında hem Sevr mağarasında hem de daha sonra müşriklerden Süraka bin Malik’in peşlerine düşmesi sırasında Allah(cc)’a göstermiş olduğu teslimiyet dillere destandır.

Mekke’den Medine’ye hicret esnasında müşrikler, Hz. Peygamber(sav) Efendimizi ve sâdık yol arkadaşı Hz. Ebû Bekir(ra)’i amansız bir takibe almışlar ve Sevr mağarasında kendilerine ulaşmışlardı. Onlar mağaranın sağını solunu dolaşıyor ve “Eğer mağaraya girmiş olsalardı, güvercinlerin yumurtası kırılır, örümcek ağı da bozulurdu.” diyorlardı.

Bu esnada endişeye kapılan Hz. Ebû Bekir(ra), Peygamber Efendimize hitaben; “Ben öldürülürsem, nihayet bir tek kişiyim, ölür giderim. Fakat sen öldürülecek olursan, o zaman bir ümmet helak olur gider.” diyordu.

O sırada Peygamberimiz ayakta namaz kılıyor, Hz. Ebû Bekir(ra) de gözcülük yapıyordu. Efendimize; “Şu kavmin seni arayıp duruyorlar. Vallahi ben kendim için tasalanmıyorum. Fakat sana zarar vermelerinden korkuyorum.” dedi.

Resûl-i Ekrem; Ey Ebû Bekir, korkma! Hiç şüphesiz Allah(cc) bizimledir!” buyurdu. Hz. Ebû Bekir(ra), mağaranın içinde iken başlarının üzerinde müşriklerin ayaklarını görünce de; “Ey Allah(cc)’ın peygamberi! Onlardan birisi aşağı eğilip baksa muhakkak bizi görür!” deyince, Allah Resûlü(sav); “Mahzun olma! Allah(cc) bizimledir ey Ebû Bekir! Üçüncüsü Allah(cc) olan iki kişiyi sen ne sanıyorsun.” buyurdu.[15]

Cenâb-ı Hak, Habib-i Ekreminin ve onun yâr-ı gâr/mağara arkadaşı olan Sıddîk-ı Ekber’in Sevr’de azılı müşriklerin tazyiki karşısında yaşadıkları bu hâlet-i rûhiyeye, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle yer vermektedir:

“Eğer siz ona (Resûlullâh(sav)’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah(cc) yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir(ra) ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına; ‘Üzülme, çünkü Allah(cc) bizimle beraberdir’, diyordu.

Bunun üzerine Allah(cc) ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah(cc)’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah(cc) üstündür, hikmet sahibidir.”[16]

Bu âyetle Allah(cc) aynı zamanda teslimiyetin esasını teşkil eden maiyet/beraberlik sırrına işaret etmektedir.

“Ne oluyor size ki, Allah(cc) yolunda harcamıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah(cc)’ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir.

Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah(cc) hepsine de en güzel olanı vaat etmiştir. Allah(cc)’ın yaptıklarınızdan haberi vardır.”[17]

Yukarıda nakledilen âyet-i kerime ile Allah(cc) Ebû Bekir(ra)’i bizzat tebcil etmiştir.

Hz. Ebû Bekir(ra)’in en önemli meziyeti, Allah(cc)’a olan tazimiydi. Onun Allah(cc)’a olan tazimini gösteren bir olayı kızı Hz. Âişe şöyle anlatır:

“Yüce Allah(cc), bana atılan iftiradan beraatım hakkındaki âyetleri indirince, babam Ebû Bekir(ra), akrabalığından ve fakirliğinden dolayı nafaka vermekte bulunduğu Mıstah bin Üsâse için; ‘Âişe’ye bu iftirâyı attıktan sonra, vallahi ben de, Mıstah’a hiçbir zaman bir şey vermeyeceğim!’ diye yemin etmişti.

Bunun üzerine Yüce Allah(cc); “İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah(cc) yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah(cc)’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah(cc) çok bağışlayandır, çok merhametlidir.’[18] âyetini indirdi.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir(ra); ‘Vallahi ben, Allah(cc)’ın beni affetmesini elbette isterim!’ dedi. Mıstah’ın nafakasını tekrar vermeye başladı ve ‘Vallahi, ben artık onun nafakasını hiçbir zaman kesmem!’ dedi.”[19]

Hz. Ebû Bekir(ra), başkaları tarafından övüldüğünü gördüğü zaman öyle derdi:

“Ey Allah(cc)ım! Nefsimi sen onlardan daha iyi bilirsin. Beni onların düşündüğünden daha iyi duruma getir. Onların bilmediği hatalarımı bağışla. Onların, hakkımda söyledikleri övgülerinden dolayı beni sorguya çekme.”[20]

Marifet-i İlâhîye konusunda söz söyleyen ve Allah Resûlü(sav) ile bu konuda söyleşen ve bu söyleşinin Ömer(ra) gibi büyük sahâbelere bile ağır geldiği Hz. Ebû Bekir(ra) şu tespitlerde bulunmuştur:

“Marifetine, marifetini tanıyamamaktan başka yol bırakmayan Allah(cc)’ı tesbih ederim. Kim marifetin halisinden bir şey tadarsa, bu zevk onu Allah(cc)’tan gayrı her şeyden alıkoymaya kâfidir.”[21]

Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde Hz. Ömer(ra) de dâhil ensar ve muhacirler ne yapacağını bilemez halde ve kendilerinden geçmiş bir vaziyetteyken Hz. Ebû Bekir(ra) halkı, teskin edip onlara:

“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah(cc)’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah(cc), şükredenleri mükâfatlandıracaktır.”[22]

Âyetini okumuş, herkesin sühuletle hareket etmesini sağlamıştır.

Hz. Ebû Bekir(ra) ömrü boyunca dünya mal, mülk, makam ve mevkiine karşı daima müstağni davranmıştır. Halife olmak üzere kendisine biat edildiği zaman minbere çıkan Hz. Ebû Bekir(ra), bir hutbe okur ve bu hutbe­sinde ashâba şu şekilde seslenir.

“Vallahi hiç bir zaman imaret ve hilafet husu­sunda asla bir ihtirasım yoktu. Bu işe rağbet etmiş dahi değildim. Ne gizli ne de açıktan böyle bir görevi katiyetle Allah(cc)’tan dilemiş de değildim, imarette ve hilafette benim için rahat yoktur.” [23]

Hz. Ebû Bekir(ra) fıtraten halim selim, son derece yumuşak ve şefkatli idi. Bununla beraber vazife ve mesuliyet işlerinde zerre kadar müsamaha göstermezdi. Onun yumuşaklığı şahsi muamelatına aitti. Din ve millet işlerinde en küçük bir tereddüdü, en basit müsamaha ile göz yumduğu görülmezdi. Fakat insanların kusurlarını büyütmez, onlara kusurları derecesinde muamele gösterirdi.[24]

Cömertliği takvada, zenginliği tam inançta, şerefi alçak gönüllülükte bulduğunu söyleyen Hz. Ebû Bekir(ra), Selmân-ı Fârisî(ra)’ye; “Selman! Allah(cc)’ın emirlerini tut. İleride büyük fetihler olacak, senin payına ne düşecek bilemem ama yiyip içecek ve sırtına giyecekten fazla olmasın” diye nasihat ettiği gibi, Abdurrahman b. Avf(ra)’a da; “Gelecekte dünyanın genişleyeceğini, bolluğa kavuşacağını görüyorum. Bolluk zamanında ipek perdeler, atlas yastıklar kullananlar çıkacak. Sizden birinizin boynunun vurulması, dünyaya dalmasından daha iyidir” diye öğüt verirdi.[25]

Hz Ebû Bekir(ra)’in İslâm tarihindeki öncülüğünü şiirinde Hassan b. Sabit(ra) şu şekilde terennüm etmektedir:

“Eğer Sâdık bir dostu anıp üzüleceksen,
Kardeşin Ebû Bekir’i hatırla güzel işleriyle.
O, Peygamberden sonra en iyisiydi yaratıkların,
Ve en âdili, günahtan en sakınan,
O, omuzladığı davaya en vefakâr,
O Peygamberi doğrulayan ilk insan.
O, en tehlikeli anda Muhammed’e yâr.
Düşmanlar dağı çepeçevre sarıp tırmandığında,
İkinin ikincisiydi, yüksek mağarada.
Ondaki Resûl aşkını görünce bildiler,
Hiç kimse denk olamazdı bu kahramana.” [26]

Hz. Ebû Bekir(ra) meşhur tavsiyesinde biz inananlara şunları hatırlatmaktadır:

“O’na olan ihtiyacınız sebebiyle, Rabbinizden korkmanızı, lâyıkı veçhi ile O’nu anmanızı ve O’ndan af talebinde bulunmanızı öğütlüyorum. Çünkü O, günahları bağışlar. Şunu iyi biliniz ki, Allah(cc)’a ihlâsla ibadet ettiğiniz ölçüde, itaat etmiş ve hakkınızı korumuş olursunuz.

Vergilerinizi sizden öncekilerin yaptığı gibi veriniz ve bunları gelecekte size yararı dokunacak hibe ve hediyeler kabilinden sayınız. Böylece fakirlik ve muhtaç günlerinizde, sizden önceki seleflerinize bağlılık göstermiş olursunuz.

Ve sonra düşünün ey Allah(cc)’ın kulları, sizden öncekiler dün neredeydiler, bugün neredeler? Toprağı işleyip ıslah eden krallar nerede? İsimleri ve bıraktıkları hatıralar unutuldu. Onlar bugün şu iki haldedirler: Zulümlerine karşılık işte onların bomboş kalan evleri. Onlar, kabirlerinin karanlığıyla başbaşalar. Şimdi onlardan hiçbirini duyuyor musunuz? Yahut onların gizli bir sesini işitiyor musunuz?

Nerededir tanıdığınız dost ve kardeşleriniz? Böylece onlar bedbaht bir hayata layık oldular. Şüphe yok ki, Allah(cc)’ın kullarıyla arasında bir nesep bağı yoktur. Allah(cc)’ın insana iyilikte bulunması, ancak O’na itaat ve emrine uymak sebebiyle olur. Şurası bir gerçek ki, hiçbir hayır ve iyiliğin karşılığında cehennem yoktur ve hiçbir şer ve kötülüğe mukabil cennet yoktur. İşte bunları size söylüyorum, kendim ve sizler için Allah(cc)’tan bağışlanma diliyorum.”[27]

Hulefâ-i Râşidîn olarak isimlendirilen 4 büyük halifenin 1.si olan Hazret-i Ebû Bekir(ra) 634 yılında 63 yaşlarında iken Medine’de vefât etti. Cenâze namazını 2.Halife Hz. Ömer (ra) kıldırdı. Kabr-i şerifleri Medine’de Mescid-i Nebî içerisinde Peygamber Efendimiz(sav)’in yanı başındadır.

Kaynaklar:

[1]        Ebû Cafer Ahmed et-Taberî, er-Riyâdu’n-nadıra fî menâkıbi’l-aşera, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1984, c. I, ss. 83-84.

[2]        Ebû Nuaym Ahmed b Abdillah el-Isfehânî, Hılyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ,Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts., c. I, s. 29-30.

[3]        el-Hânî, Âdâb, s. 34.

[4]        Necmeddin b. Muhammed Nakşbendî, Altın Silsile (Hulâsatü’l-Mevâhib, haz.: İbrahim Tozlu, Semerkand, 4. Baskı, İstanbul 2008, s. 78.

[5]        Abdülmecid Hânî, Hadâikü’l-verdiyye Nakşbendîlerin Gül Bahçeleri, çev.: Mehmet Emin Fidan, Yasin Yay., İstanbul 2007, s. 155.

[6]        Aynı eser, s. 354.

[7]        Serrâc, el-Luma’, s. 168.

[8]        İbn Esîr, İzzeddin Ebü’l-Hasan Ali b. Ebi’l-Kerem Muhammed eş-Şeybânî, el-Kâmil fi’t-târih, Dâru Sadr, Beyrut 1979, c. II, ss. 421-424.

[9]        Kuşeyrî, er-Risâle, s. 122.

[10]      Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 26.

[11]      Kuşeyrî, er-Risâle, s. 110.

[12]      Tirmizî, Menâkıb, 15.

[13]      el-Isfehânî, Hılyetü’l-evliyâ, c. I, s. 30-31.

[14]      Hucvirî, Keşfu’l-mahcûb, s. 85.

[15]      Buhârî, Fezâilü’l-Ashâb, 2; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 1.

[16]      Tevbe, 9/40.

[17]      Hadid, 57/10.

[18]      en-Nûr 24/22.

[19]      Buhârî, Megâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56.

[20]      Nakşbendî, Hulâsatü’l-Mevâhib, s. 78.

[21]      H. Kâmil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul 1994, ss. 95-96.

[22]      Âl-i İmrân, 3/144.

[23]      Hucvirî, Keşfu’l-mahcûb, s. 85.

[24]      el-Hânî, Âdâb, s. 35.

[25]      Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 96.

[26]      İbnü’l-Cevzî, Cemaleddin Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali, Sıfatü’s-safve, tahk.: Abdüsselâm Muhammed Harun, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1992, c. I, s. 98.

[27]      el-Isfehânî, Hılyetü’l-evliyâ, c. I, s. 35-36.

"Şurası bir gerçek ki, hiçbir hayır ve iyiliğin karşılığında cehennem yoktur ve hiçbir şer ve kötülüğe mukâbil cennet yoktur."

Hazret-i Ebû Bekir (ra)

V634 / Medine

Önceki Halka

Hazret-i Muhammed (sav)

Detaylı Oku

Sonraki Halka

Selmân-ı Fârisî (ra)

Detaylı Oku