
Es-Seyyid Osman Hulûsi Dârendevî (ks)
39
Bu sayfada yer alan bilgiler Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanan “Altın Silsile’den Altın Halkalar” kitabından alınmıştır.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (ks)
Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi 22 Ramazan 1331/12 Ağustos 1914 Pazartesi sabahı Malatya’nın Darende ilçesinde doğdu. Babası Şeyh-zâde sülalesinden es-Seyyid Hasan Feyzi Efendidir (1290-1365/1872-1945).
Osman Hulûsi Efendinin soyu Somuncu Baba lakabıyla tanınan Hamid Hamideddin-i Velî’ye[1] (731-815/1331-1412) dayandığından dolayı şeyh-zâde olarak bilinmektedir.
Osman Hulûsî Efendinin dedesi es-Seyyid Ahmed Hilmi Efendi (ö.1314/1897) uzun süre Şeyh Hâmid-i Velî Camii imam hatipliği görevinde bulunmuştur. Ahmed Hilmi Efendi aynı zamanda Hâmid-i Velî Zâviyesi şeyhidir. Ondan sonra bu görevi Osman Hulûsi Efendi’nin babası Hasan Feyzi Efendi üstlenmiştir.
Daha önce Halvetiyye’ye müntesip olan[2] Hasan Feyzi Efendi’nin İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi‘nin müridi ve yakın dostu olduğu da kaydedilmektedir.[3] Osman Hulûsi Efendinin annesi Fatma Hanım (1295-1365/1879-1945) büyük mutasavvıflardan biri olan Tâceddin-i Velî soyundandır.
Osman Hulûsi Efendi’nin soy şeceresi hem baba hem de anne tarafından Hz. Peygamber(sav)’in torunu Hz. Hüseyin(ra)’e kadar uzanmaktadır. Dolayısıyla o, 36. kuşaktan seyyiddir.[4]
Çocuk denilebilecek yaşlarında babasını ziyarete gelen İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi’yle tanışarak onun pek çok iltifatına mazhar oldu. İhramcızâde, küçük yaşlarındayken ona bazı mânevî işaretlerde bulundu.[5]
Aldığı Eğitim ve Kitap Sevgisi
Osman Hulûsi Efendi babasından Kur’an öğrenerek başladığı eğitimine Hacılar Şeyhli Mahallesi Camii Medresesi’nde devam etti. Buradan Dutluk Sıbyan Mektebi’ne geçti. Daha sonra yeni alfabeyle öğretim yapan Cumhuriyet İlkokulu’na kaydolarak 1929’da buradan mezun oldu. Resmî eğitimini bu safhada noktalayan Osman Hulûsi Efendi’nin ilim öğrenme merakı her zaman tezahür etti. Bunun bir göstergesi olarak Arapça ve Farsça’yı öğrendi. O bir şiirinde gençlik dönemindeki eğitimini şöyle anlatır:[6]
“Pek küçükken o deryalara bir bir daldım
Her birinden ne kadar nasibim varsa aldım
Emsile meseleyi kıldı küşad
Nasara yensuru nasran ve nihad
Ol Binâ’nın otuz iki bâbın
Fethedüp anlamışız esbâbın
Okuduk biz de Merah u Maksud
Hem Avamil’le görüp dersi şühûd
Dahi hem metn-i metin Kâfiye’den
Câmî’nin şerhini ol camiadan
Yolumuz uğradı Tasdikât’a
Dahi tefsir-i hikem-i ayâta
Bazı bazı da Fenârî’den
Okuyup Mantık Me’âni’den”
Yukarıdaki mısralarda görüldüğü gibi Osman Hulûsi Efendi Emsile, Binâ, Maksûd, Avâmil, İzhâr, Kâfiye, Câmî Şerhi vs. pek çok Arapça eseri hocasından okuduğunu hatta Tefsir, Mantık ve Meâni’ye dair dersleri de tahsil ettiğini belirtmektedir. Bu durum onun medrese usûlüne göre zâhir ilimlerine dair pek çok dersi aldığını göstermektedir. Dolayısıyla onun ilmî ve edebî kişiliğinin temelinde oldukça sağlam altyapıya sahip olduğu aşikârdır.[7]
Pek çok edebî eseri mütalaa ederek edebiyat alanında bilgisini artırdı. Onun edebiyata vukufiyetini Dîvân’ındaki şiirleri, hutbeleri ve mektuplarından tespit etmek mümkündür. Hece ve aruz vezniyle pek çok türde şiirler yazdı. Hutbelerinde Hz. Peygamber(sav)’in hadislerini manzum hâle getirerek aktardı.[8] Mensur anlatımlarında da edebî bir dil kullandığı görülmektedir.
Osman Hulûsi Efendi‘nin kitaplara ve ilme merakı yaşadığı bölgeye göre oldukça büyük sayılabilecek bir kütüphaneye sahip olmasını sağladı. Kütüphanesinde eski-yeni basma ve yazma 10.000 civarında eser mevcuttur. Bazı eserlerin ünik/nadir nüshaları sadece bu kütüphanededir. Onun kitaplara ilgisini şu ifadelerinde çok açık bir şekilde tespit etmek mümkündür:
“Okumanın hududu yoktur. İnsan okudukça öğreniyor, öğrendikçe cemiyete faydalı oluyor. Çok sevdiğim okuma yüzünden kazandığım bütün parayı kitaba yatırdım. Bütün günümü bunları okumakla geçiriyorum.”[9]
Osman Hulûsi Efendi, ilim adamlarına saygısını her fırsatta dile getirmiştir. Özellikle ilminden faydalandığı hocalarını ve çeşitli bölgelerdeki bazı yazarları ziyaret etmekteydi. O, bu tutumunun hüsn-i edebin bir yansıması olarak görülmesini isterdi.[10] Oğlu Mahmud Kemâl’e yazdığı mektubunda büyüklere saygı göstermesini isteyerek şöyle der:
“Kişinin hüsn-i nesebi, hüsn-i edebidir. Daima büyüklere karşı hürmet ve küçüklere karşı şefkat et. Tâ ki, hürmet ve şefkat gibi iki haslet-i cemileye sahip olmuş olasın… Her zaman iyilere mukarin ol, kötülerden ictinab et. Kişinin mi’yarı mukarın olduğu kimsedir…”[11]
Evliliği ve Askerliği
Osman Hulûsi Efendi gençlik yıllarında babasının teşvikiyle bazı zanaat ve sanatları öğrendi. Bu yıllarda ticaretle meşgul oldu. Ancak ticaretin kendisini çok meşgul ettiğini, ibadet ve ilimden alıkoyduğunu belirterek bu işi bıraktı. Çünkü ona göre hiçbir iş ibadetten önemli değildi.[12]
Osman Hulûsi Efendi 19.02.1938’de Naciye Hanımla evlendi. Yenicelioğullarından Mehmed Ali Efendi ve Zeynep Hanımın kızı olan Naciye Hanım 1919’da Darende’de doğdu. Hulûsi Efendiyle evliliği 52 yıl sürdü. Hulûsi Efendinin 1990’da vefatından sonra 15 yıl daha yaşayan Naciye Hanım 22 Nisan 2005’te vefat etti.
Naciye Hanım fedakâr, cömert ve merhametli kişiliğiyle pek çok insanın sevgisini kazandı. Evlerine gelen misafirleri hep güler yüzle karşılayıp onlara imkânlarını zorlayarak ikramda bulundu. Ziyaretlerine gelenler kendilerinden memnun ve mesrur olarak ayrılmaktaydı. Naciye Hanım yukarıda arz edilen fedakârlığı ve misafirperverliğiyle Osman Hulûsî Efendinin dostları arasında Hacı Anne lakabıyla anılmaktaydı.[13]
Osman Hulûsi Efendi 1940 yılında vatanî görevini ifa etmek üzere askere gitti. Bu görevini Diyarbakır ve Kahramanmaraş’ta yaptı. Askerliğini yaptığı birimlerde pek çok manevî zuhurâta mazhar oldu. Özellikle askerliğinin bir kısmında uhdesinde bulunan depo görevi esnasında aldığı tasavvufî terbiyeye uygun olarak emanetleri muhafazadaki hassasiyetiyle üstlerinin takdirlerini kazandı.
Bir defasında hemşehrisi olan bir asker ondan kendisine depodan ayakkabı bağı vermesini istedi. O, depodakilerin kendisine teslim edilen emanetler olduğunu ifade ederek bu teklifi kabul etmedi. Ancak arkadaşının gönlünün kırılmasını da istemiyordu. Bu sebeple Osman Hulûsî Efendi arkadaşına 25 kuruş verip ayakkabı bağlarını çarşıdan almasını söyledi. Böylece o, hem kendisine teslim edilen emanetleri muhafaza etmiş oldu hem de arkadaşının gönlünü aldı.[14]
Şeyh Hâmid-i Velî Câmii İmâmeti
1945 yılında Darende’de tifo salgını meydana geldi. O günün şartlarında bu tür hastalıklarla mücadele ve tedavi imkânı oldukça kısıtlıydı. Söz konusu salgında Osman Hulûsi Efendinin babası Hasan Feyzi ve abisi Ahmed Nuri Efendi’ler hastalığın pençesinden kurtulamayarak vefat ettiler (1945).
Aynı hastalığa duçar olan Osman Hulûsi Efendi’nin bu durumu kendisine iletilen pîri İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi: “Hulûsi bizim gözümüzün bebeğidir, gömleğimizi satar oğlumuzu tedavi ettiririz.” diyerek onun Sivas’a getirilerek tedavi ettirilmesini sağladı.
Yukarıda açıklandığı sebeple 1945’te Hasan Feyzi Efendinin vefatıyla boşalan Hâmid-i Velî Camii imametine Kangal’ın Kalkım köyünde imam olan büyük oğlu Ahmed Nuri Efendi (Osman Hulûsi Efendinin abisi) getirildi. 40 gün süreyle bu görevi yerine getiren Ahmed Nuri Efendi, babasının vefatına neden olan hastalıktan dolayı vefat edince Osman Hulûsi Efendi Hâmid-i Velî Camii imam-hatipliğiyle görevlendirildi. Çünkü bu caminin imameti Hâmid-i Velî’nin (Somuncu Baba) soyundan gelenler tarafından yürütülmekteydi.[15]
Bir müddet bu görevi fahri olarak yürüten es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi 05.08.1953’te resmî imam-hatip statüsüyle 42 yıl yürüttüğü bu görevini yaş haddinden 01.07.1987’de re’sen emekliye ayrılıncaya kadar sürdürdü. Çünkü ona göre kişinin böyle bir görevden kendi isteğiyle ayrılması uygun değildi.[16]

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (ks)
Hayır İşleri ve Nasihatleri
Osman Hulûsi Efendinin hayatını hayır işlerine vakfettiğini söylemek abartı olmasa gerektir. Çünkü Darende’de hayır olarak değerlendirilebilecek her adımda ya onun bizzat kendisi veya teşvikini görmek mümkündür.
Onun hayır işleri sadece Darende ile sınırlı kalmamıştır. Cami, köprü, okul, sağlık kuruluşları, kütüphane vs. pek çok müessesenin yapımında hem maddî hem de mânevî gücüyle destekçi oldu. Tasavvufî anlayışın temelinde yer alan insanı yüceltme amacına hizmet etmek üzere etrafında oluşan halkaya zâhir ve bâtın ilminden imkânlar sunmak için çok gayret sarfetti.[17]
Osman Hulûsi Efendi inandığı doğruları ve güzellikleri etrafındaki insanlarla paylaşmasını bilen bir rûh hâline sahipti. O, gerek hutbelerinde, gerek şiirlerinde ve gerekse mektuplarında “Din nasihattir.” mefhumunca nasihate çok önem verdi. O, eserlerinde ve sohbetlerinde etrafındaki insanlara nasîhat etti. Osman Hulûsi Efendi’nin oğlu Mahmud Kemâl’e yazdığı mektuptaki şu ifadeleri bunun güzel bir örneğidir:
“Kişinin hüsn-i nesebi, hüsn-i edebidir. Dâimâ büyüklere karşı hürmet ve küçüklere şefkat et. Tâ ki hürmet ve şefkat gibi iki haslet-i cemîleye sâhip olmuş olasın. Hasîs olma kim, hased rûh-ı insâniyyeyi dereke-i esfel-i sâfilîne ulaştıran bir vesâittir. Cömert ol, çünkü cömertlik bir civân-mertlik şiârıdır. Onun vâsıtasıyla a’lâ-yı illiyyîne irtikâ etmeye yol bulasın…
Her zaman iyilere mukârin ol, kötülerden ictinâb et. Kişinin mi’yârı mukârin olduğu kimsedir. Mezbeleden dâimâ fenâ, attâr dükkânından ise iyi koku intişâr eder.
Filânın oğluyum, filân yere müntesibim diye davada bulunma. Zâhirî edebin, manevî kemâlin âyînesidir. Bir şişeye ne koyarsan onu gösterir. Bir kimseye bir şey tavsiye edeceğin zaman evvelâ nefsine tatbik et, kabûl eder ise halka da söyle. Nefsinin kabul etmediği bir şeyi başkalarına söylerken Allah’tan utan.” [18]
Osman Hulûsi Efendi bazen şiirlerinde nasihat etmeyi tercih etmiştir. Onun Divân’ını neşre hazırlayan Prof. Dr. Mehmet Akkkuş’un bu konudaki tespitleri şöyledir:
“Hulûsi Efendinin şiirlerinde de muhiblerine, müntesiplerine ve bütün insanlara yönelik son derece güzel ve anlamlı nasîhatları vardır. Bunlar arasında:
“Âlemi sen kendinin kölesi kulu sanma
Sen Hakk için âlemin kölesi ol kulu ol[19]
matla’lı gazeli, nasîhat konulu şiirlerin en güzellerinden biridir.
Onun Dîvân’ında müfredleri arasında yer alan özlü nasîhatlarından birkaçını da kısaca zikr edelim:
“Zâhir ü bâtında bir ol hiç ikilik katma hâ
Bir kurulmuş sofradır ye iç de gâfil yatma hâ[20]
Bu beyitte, insanın içi ve dışının, özüyle sözünün bir olması, hiçbir şekilde riyaya bulaşmaması gerektiğini ifade ettikten sonra, Cenab-ı Hakk’ın vermiş olduğu nimetlerden yiyip de O’ndan gafil olunmamasını tavsiye etmektedir.
“Hayât-ı câvidânı bulmak istersen Hulûsîyâ
Varıp ölmezden ön ölüp olasın tâ-ebed ihyâ[21]
(Ey Hulûsi, dipdiri bir hayatı bulmak istiyorsan, ölmeden evvel öl de ebediyen dipdiri kalasın.)
Burada Peygamberimiz(sav)’in, “Ölmeden evvel ölünüz, ölümü tefekkür ediniz, yarın kıyamette hesaba çekilmeden hayatınızın muhasebesini iyi yapınız.” mealindeki hadislerine dikkat çekmektedir.
“Zikr-i Mevlâ gönlü her âlâm u gamdan dûr eder
Meyl-i fânî zevk-i Mevlâ’dan kulu mehcûr eder[22]
(Daima Mevlâ’mızı zikr etmek, onu bir an bile aklımızdan çıkarmamak, gönlümüzde bulunan ne kadar elem ve gam varsa onların hepsini ber-taraf eder, uzaklaştırır. Bunun aksine, fani ve geçici olan bu dünyaya fazla meyl etmek, Mevlâ’nın sevgisinden, muhabbetinden, zevkinden kulu ayırır, uzaklaştırır.)”[23]
Tasavvufî Edep ve Sohbet
Osman Hulûsî Efendi geçmiş dönemlerde yaşayan sûfîlerin karşılaştığı gibi kendisi de bölgesindeki bazı insanların itham ve iftiralarına maruz kaldı. Ancak o, kendisine muarız olan insanların verdiği rahatsızlıkları ve sıkıntıları metanetle karşılayarak kendindeki hataları görmeye dikkat çekti.
O, karşısındaki insanları onların üslubu ve tarzıyla itham etmedi. Haklı olduğu halde savunma yapmayarak sakinliğini muhafaza edip gerçek bir sûfî tarzı sergiledi. Onun başkalarına muamelede tercih ettiği üsluba şu mısralardaki ifadeleri örnek teşkil etmektedir:
“Sakın nefsine uyup bir can incitmeyesin
Hüsn ü edebi koyup bir can incitmeyesin
El ile döğseler de dil ile söğseler de
Bin kez incitseler de bir cân incitmeyesin
Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır
Hâlde hâldâşlarındır bir cân incitmeyesin
Beyhûde canın sıkıp insanlığından çıkıp
Dil Kâbe’sini yıkıp bir can incitmeyesin.[24]
Yukarıdaki mısralarda görüldüğü gibi Osman Hulûsi Efendi insanları incitmenin doğru bir hareket olmayacağını ifade etmektedir. Hatta o, müritlerine karşılarındaki insanlarla laf yarışına girer gibi tartışmamalarını, onların söylediklerine sabretmeyi ve incinseler de incitmemeleri gerektiğini öğütlemektedir.
Osman Hulûsi Efendinin evinde veya dostlarıyla hasbihal ettiği vekalede semaverin ayrı bir yeri vardı. Semaver yakılır ve istikanlardan içilen çayla sükûtun derinliklerine dalınırdı. Onun bu uygulaması kendinden önceki üstadlardan gelen bir adetti. Hulûsî Efendinin semaver çayına verdiği önemi şu şiirinde görmek mümkündür:
“Semaversiz içilen çay çürük boş bir emekdir kim
Hevâ ile geçen ömr-i aziz ile beraberdir
Semaver pîr-i mey pîr-i mugân pîr-i muhabbettir
Anın bezminde zevk-ı şevk-ı cân cümle serâserdir
O demlik çayı bir değmez emek tuzsuz yemekdir kim
Ne denlü büyük olsa yine talib-i teşne tehî-sâgardır
Gül-i gülzâr-ı bezmin cümle esbâb-ı müheyyası
Ne derlerse desinler hep semâverdir semâverdir.[25]
Osman Hulûsi Efendi semaverde çay demlenirken ondan çıkan sesleri de anlamlı bularak şöyle betimlemektedir:
“Vızıla ey dil-i pür-zâr-ı semâver vızıla
Sızıla ey gül-i gül-zâr-ı semâver sızıla
Bezmine hâzır olan yâr-ı vefâ-kârana
Derdini zâhir idüp cızla semaver cızıla.[26]
Osman Hulûsi Efendi semaverde çay kaynatılırken onun geçirdiği aşamalarla kendisinin içinde bulunduğu halleri özdeşleştirmektedir:[27]
“Semaver derd ile inler
Hulûsî derd ile dinler
Semaver zâr eder çağlar
Hulûsî zâr eder ağlar
Semaver der ki bî-yârım
Hulûsî der ki hem-zârım
Semaver çeşmidir nem-nâk
Hulûsî sînedir sad-çâk
Semaver zâr-ı firkatte
Hulûsî derd-i mihnette
Semaver ateşe suzan
Hulûsî atşıla giryân
Semaver mest ile mestan
Hulûsî dost ile hayran
Semaver lâ der illâ der
Hulûsî daim illâ der
Semaver nâra dûd eyler
Hulûsî yâ Vedûd eyler
Osman Hulûsi Efendi 1990’ın Mayıs ayında müzdarip olduğu hastalık sebebiyle hastaneye yatırıldı. 25 günlük tedavi sürecinde iyileşme anlamında ilerleme kaydedilemedi. Bu zaman zarfında hasta hâliyle ziyaretine gelen misafirlerine ve dostlarına yakın alâka gösterdi. Izdıraplı hâline rağmen hastalığın çilelerini sabırla karşıladı.
14 Haziran 1990 Perşembe günü dâr-ı bekâya göçtü. Cenazesi İstanbul’daki hastaneden alınarak Darende’ye getirildi. Burada yaptırdığı Darende İmam Hatip Lisesi avlusunda binlerce kişinin katılımıyla oğlu Hamideddin Ateş’in kıldırdığı cenaze namazından sonra imamlığını uzun yıllar yaptığı ettiği Hâmid-i Velî Camii’nin haziresine defnedildi.[28] Allah(cc) onun ruhunu şâd eylesin ve rahmetiyle muamele etsin.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (ks)
Osman Hulûsi Efendi’nin 10 çocuğu oldu. Bunlardan beşi erkek diğer beşi ise kızdır. Çocuklarının isimleri şöyledir:[29]
- Muhammed Masum (1939-1939)
- Hatice (1940-1995)
- Mahmud Kemâl (1944-1986)
- Fatma (1947-hayatta)
- Hasan Feyzi (1947-1947)
- Münife (1951-hayatta)
- Şefika (1956-hayatta)
- Ahmet Şemseddin (1958-2006)
- Hamid Hamideddin (1960-hayatta)
- Aişe Sıddıka (1962-1986)
Osman Hulûsi Efendi’nin kitap boyutunda üç eseri elimizde bulunmaktadır. Bu eserler alanlarında söz sahibi Prof. Dr. Mehmet Akkuş ve Prof. Dr. Ali Yılmaz Hocalarımızın gayretleri ve takdire şâyân titiz çalışmalarıyla yeniden gözden geçirilerek oldukça özenli bir baskı ve ciltle Nasihat Yayınları tarafından okuyucuların hizmetine sunulmuştur.
Elbette onun eserlerini burada böyle birkaç satırlık ifadelerle tanıtmak mümkün değildir. Ancak sözü gelmişken kitaplarının genel mahiyetleri hakkında birkaç işarette bulunmak yerinde olacaktır.
Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî
Osman Hulûsi Efendi’nin hece ve aruz vezninde yazdığı şiirlerden oluşan bu eserin son baskısı Türk İslâm Edebiyatı uzmanları Prof. Dr. Mehmet Akkuş ve Prof. Dr. Ali Yılmaz Hocalarımızın titiz çalışmalarıyla hazırlanarak gerçekleştirilmiştir.[30]
Yayına hazırlayan hocalarımız sonuna manzum Silsile-i Nesebiyye,[31] Farsça Silsile-i Şerif,[32] Korkmaz Hâfız mahlasıyla yazılmış bir mersiye,[33] eserde geçen Arapça, Farsça ve Osmanlı Türkçesine ait kelimelerin anlamlarının gösterildiği sözlük[34] ve şiir başlarına göre düzenlenmiş bir fihrist[35] eklenmiştir.
Eserin dili dönemine göre yer yer ağır sayılabilecek Osmanlı Türkçesine yakındır. Bu sebeple eseri yayına hazırlayan hocalarımız tarafından yazılan sözlük şiirleri anlama açısından ciddi katkı sağlamaktadır. Eser şu mısralarla başlamaktadır:[36]
“Gönül nefsine hâkim oluben eyle zafer peydâ
Ziyâsı kalbi rûşen kılmağa et bir kamer peydâ
Bu göz ile görülmez rü’yet-i dil ey gönlüm
Edegör bir bakışda dostu görmeğe basar peydâ
Gönül pasın silip at cümle pâk olsun için dışın
Hakâyık gevherine et derûnunda makarr peydâ
Eser şu mısra ile bitmektedir:[37]
Gül-zâr-ı Hüseynî’de biten bir gül imişsin
Mektûbât-ı Hulûsî-i Darendevî
Osman Hulûsi Efendi’nin çeşitli kişilere gönderdiği 66 mektubu içermektedir. Eserin son baskısı Türk İslâm Edebiyatı uzmanları Prof. Dr. Mehmet Akkuş ve Prof. Dr. Ali Yılmaz Hocalarımızın titiz çalışmalarıyla hazırlanarak gerçekleştirilmiştir.
Mektubât’ta pek çok şiir yer almaktadır. Mektupların bazısı babası, eşi ve çocuklarına hitap etmekte diğer kısmı ise müridleri irşad, hayır hizmetlerini teşvik, insanlara öğüt gibi konuları içermektedir.[38]
Yayına hazırlayan hocalarımız kitabın sonuna çeşitli zamanlarda yazılan rubâîler,[39] müfredât (müfredler),[40] tarihler,[41] mektupların başlıklarına göre düzenlenmiş bir fihrist[42] ve eserde geçen Arapça, Farsça, Osmanlı Türkçesine ait kelimelerin anlamlarının gösterildiği sözlük[43] eklemiştir.
Şeyh Hâmid-i Velî Câmii Minberinden Hutbeler
Osman Hulûsi Efendi’nin 42 yıllık imam-hatiplik görevi esnasında Hâmid-i Velî Câmii minberinden cemaate irâd ettiği hutbelerinden 150 tanesini içermektedir.
Hutbelerin bazı bölümlerinde Arapça ve Farsça terimlerin, tamlamalarla süslenen Osmanlı Türkçesi kullanılmıştır. Eserin son baskısı Türk İslâm Edebiyatı uzmanları Prof. Dr. Mehmet Akkuş ve Prof. Dr. Ali Yılmaz Hocalarımızın titiz çalışmalarıyla hazırlanarak gerçekleştirilmiştir.[44]
Yayına hazırlayan hocalarımız eseri hutbelerin genel konularına göre iman,[45] ibadet,[46] ahlâk,[47] mübarek gün ve geceler,[48] sosyal konular,[49] İslâm büyüklerinden hutbeler[50] şeklinde düzenleyerek sıralamışlardır.
Allah’a ve Resûlullah’a İtaat
Osman Hulûsi Efendi, Allah(cc)’a ve Resûlullah(sav)’a itaatın takip ettikleri tasavvufî yolun temeli olduğunu belirtmektedir. Ona göre bu iki temele dayanmayan veya bunları yerine getirmeyen kişinin sufî olması bir tarafa Müslüman olma iddiası beyhudedir. Bu anlamda o şöyle der:
“Her mümin, muvahhid insan, Allahu Teâlâ’ya ve O’nun Resûl-i Ekremine zâhiren ve bâtınen itaat etmekle mükelleftir. Bir insanın diyaneti, dinine muhabbeti, mânevî terakkisi ancak itaatle mütenasibdir.
Acaba Allah’ını seven, Peygamberine muhabbet eden dinine hakiki surette merbut bulunan bir mümin nasıl olur da itaatten ayrılır? Nasıl olur da menhiyâta cüret eder? Nasıl olurda dinin ahkâmına muhalif harekette bulunur?
Hâsılı Allahu Teâlâ’ya ve O’nun muhterem Resûlüne itaat ve inkıyad etmemiz son derecede lazımdır. Bizim için başka gün necât ve saadet yolu mevcud değildir.”[51]
Osman Hulûsi Efendi, Hz. Peygaber(sav)’e itaatın ancak onun sünnetine ittiba ile gerçekleşeceğini ifade eder. Müslümanların yaptıkları ibadetlerin kemâli ve kabulü Hz. Peygamber(sav)’in sünnetlerine riayetle mümkündür. Çünkü bu ibadetlerin ilk hakikî uygulayıcısı Hz. Peygamber(sav)’dir. Osman Hulûsî Efendi bu durumu şöyle açıklar:
“Resûl-i Ekrem efendimize itaat ise, onun mübarek sünnetlerine riayet etmekle, onun âdâb ve ahlâkıyla ittisafa çalışmakla kâbil olabilir. Malumdur ki: Aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm efendimizin birçok sünnetleri vardır. Bizim yapacağımız ibadetlerin kemâli, nezd-i İlâhîde daha ziyade mekbuliyyeti ancak bu sünen-i şerifeye riayetle hâsıl olur.”[52]
Bir şiirinde ise şöyle der:
“Ahmed’in şer’ini başa tac edip
Varını râhında hep tarac edip
Hâne-i tenden çıkıp mirac edip
Âşina ol anla yârı âşina.”
Yani Hz. Peygamber(sav)’in uygulamalarını ve sünnetini baş tacı ederek varlığımızı onun yoluna saçıp bedenden kurtularak manen mirac etmeliyiz ki gerçek sevgiliyi anlayalım.[53]
Şeriat Tarîkat Marifet Hakikat
Osman Hulûsi Efendi şeriat, tarikat, hakikat ve marifet şeklinde tarif edilen Hak’ka vuslatın dört temeline vurgu yaparak bütün bu yolların neticede tevhîde uzandığını ifade etmektedir. O bir dörtlüğünde bu gerçeği şöyle açıklamaktadır:
“Şeriat, tarikat resm-i râhımız
Hakikat marifet izz ü câhımız
Tevhiddir hısnımız Hak penâhımız
Sanma bizi yoldan sapanlardanız”
İslâm’ın özü tevhiddir. Tasavvufî terbiyenin varmak istediği hedef de tevhidin hakikatıdır. Bütün sûfîler yapıp-etmelerini veya diğer bir deyişle mânevî amellerini bu amaca göre tanzim etmişlerdir. Osman Hulûsî Efendi bir hutbesinde dinin özünün tevhid olduğuna şöyle dikkat çekmektedir:
“İslâm dininin diğer bir adı da “tevhid dini”dir. Çünkü Allah(cc)’ın birliği esasına dayanır. Bu isim aynı zamanda cemiyetin hayat ve saadet kaynağı olan birlik ve beraberlik kaidesine ve bunun önemine işaret eder…”[54]
Sûfîlerin benimsedikleri yol olan tarikat, tevhîdi hâl edinmek için bir mânevî usûlden ibarettir. Bu metodun hareket noktası ve temeli dinî kurallar bütünü olan şeriattır.
Yani “geniş yol” anlamında değerlendirilebilecek şeriattan “dar yol” olarak kabul edilen tarikat vasıtasıyla hakikat ve marifete doğru gidilmektedir.
Dolayısıyla Osman Hulûsî Efendi’nin de yukarıdaki mısralarında ifade ettiği gibi şeriat ve tarikat yolun resmi, hakikat ve marifet ise elde edilecek kıymet ve mevki olarak tarif edilmektedir. Yolun bu aşamaları bir bütünlük içinde değerlendirilmesi gerekmektedir.[55]
İnsanı tevhîde ulaştırmayı veya onu elde etmesini amaç edinen tasavvufî terbiye mutlaka ehil bir zâttan alınmalıdır. Böyle yapılmadığı takdirde zelil bir duruma düşülür. Ehliyetsiz kişilere teslim olanlar hem bu dünyasını hem de âhiret hayatını mahvederler. Hulûsi Efendi bu duruma işaretle bir beytinde şöyle demektedir:
“Ehiller ile konuş ta ki ehil olasın
Seni yoldan çıkarır derilme yobaz ile”
Benlik’ten Geçmek
Aşk yolunun öncüleri olan ârifler muhataplarına yokluğu öğretirler. Onlar mal ve mülk olarak bilinen her şeyin sahibinin Allah(cc) olduğunu vicdanlara yerleştirerek “mal ve mülk sahibi” olduğunu öne sürenlerin “benlik” duygusuna kapıldığını belirtirler.[56]
“Benlik” duygusundan fenâ anlayışıyla arınmadan kişinin kendini bilmesi mümkün olmaz. Bu sebeple kendini bilmeyen Rabbini tanımayamaz. Bu mânevî yolun rehberleri nefsin esiri olmanın göstergesi saydıkları “benlik” duygusundan arınmayı öğütlemektedirler. Hulûsi Efendi sûfîlerin bu yaklaşımını şöyle açıklar:
“Var malını koy, kâlini koy, hâlini koy kim
Yokluk okutur hocaları mekteb-i aşkın[57]
Bildiğim budur ki yoklukdur işim
Varlığım ondan odur fermân eden[58]
Yok olup varlığından geç özün koy darlığından geç
Kamu ağyarlığından geç bu irfana çıkar yoldur.[59]
Soyun varından dervîş ol dervîş
Sıyrıl ârından dervîş ol dervîş
Aşka yan tutuş deme düz yokuş
Yâra var kavuş dervîş ol dervîş
Terk-i kâl eyle kesbî hâl eyle
Yağ u bal eyle dervîş ol dervîş[60]
İlâh-i Aşk ve Muhabbet
Osman Hulûsi Efendi İlâhî muhabbet ve aşkın Allah(cc)’ın rızasını elde etmenin temeli olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla aşk yaratılışın özünde var olup her hayrın harcı ve amacıdır. O, bir hutbesinde şöyle der:
“Ahlâk-ı İslâmiyyemize nazaran en büyük hayır rıza-yı İlâhîdir, muhabbet-i ilâhiyyedir. Aşk-ı İlâhîden mütehassıl lâhutî bir istiğraka mazhariyettir. Bunlar birer hayr-ı a’ladır. Müslümanlar için asıl ahlâkî mefkûre, hayatî gaye de bunlardan başka değildir.”[61]
Aşkın, âşığın bedenini nasıl kapladığını şöyle anlatılmaktadır:
“Elim aşkdır dilim aşk her şeyim aşkla doldu
Bülbülüm aşk gülüm aşk yâre giden yolum aşk
Nem var ise aşk aldı oldu sağ u solum aşk
Yandım aşkın oduyla hâsılım aşk külüm aşk [62]
Dîvân’ındaki bir diğer şiirinde ise şöyle yazmaktadır:
“Men sâkin-i mey-hâne-i gam zâde-i aşkım
Virâneyim amma
Sâkî bana mey sun bana üftâde-i aşkım
Dîvâneyim amma
Men rûz-i elestin meyinin olalı mesti
Bir bâde-peresti
Ser-mest-i ezel câm-ı mey-i bâde-i aşkım
Mestâneyim amma[63]
Osman Hulûsi Efendi’nin başka bir şiirinde aşkın her şeyin özünde var olduğunu ve âlemde meydana gelen bağlılıkların onunla cereyan ettiğini belirtmektedir.
“Aşkdır padişah iken gedâ gedâ iken şâh eden
Aşkdır nesi varsa âşıkın tarumar eder
Aşkdır ferah veren cümle gumumdan kalbe
Aşkdır âşıkı cümle derde giriftar eder
Aşkdır şem’ oduna yandıran pervaneyi
Aşkdır gül için bülbül bu kadar zâr zâr eder
Aşkdır Mecnun’a kûh u sahrayı gezdiren
Aşkdır Leylâ’ya hüsnüne itibar eder
Aşkdır Ferhad’a tişesin başa urduran
Aşkdır Şirin lebinden kevser nisâr eder
Aşkdır Vamıkı gark-ı eşk-i hûn eden
Aşkdır Azrâ’nın râzını halka âşikâr eder
Aşkdır deryaya salan nehr eyleyip katreyi
Aşdır deryayı cûşa getirip buhar eder
Aşkdır cemâlde kemâl gösteren
Aşkdır her kemâl ile kâr u zâr eder
Aşkdır Hulûsî her ne ki var âlemde
Aşkdır bîgâne gönlünü mahrem-i visal-i yâr eder.”[64]
İlâhî aşk insana mânevî seyrinde pek çok şey kazandırmaktadır. Sûfînin gönlünün sadece Hakk’a yönelmesini ve sadece O’na ulaşma arzusunun ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Osman Hulûsi Efendi bu gerçeklere şu mısralarıyla işaret etmektedir:
“Bu aşk kim âşıkın varın yok eyler
Döner var ile her azın çok eyler
Bir olup birliğin Hak’ka verenler
Yok olup varlığın cümle Hak eyler.”[65]
“Her dîdeden gören o her yüzden görünen o
Ey göz anı görmesen de görür seni sevdiğin
Sanma ansız bir dem var her demdir o sana yâr
Sen yâr olmasan dahi yârdır sana sevdiğin.”[66]
Allah Sevgisi
Osman Hulûsi Efendi bir hutbesinde insandaki Allah(cc) sevgisinin her iyiliğin ve huzurun kaynağı olduğuna işaretle şöyle demektedir:
“Bilmiş olunuz ki, her iyiliğin başı Allah düşüncesi, Allah sevgisi ve Allah korkusudur. Her iyilik bundan doğar, dünya ve ahiret saadetinin anahtarı budur.
Allah(cc)’ın büyüklüğünü daima hatırından çıkarmayan, nerede bulunursa bulunsun Allah(cc)’ın kendisini gördüğüne, yaptıklarını ve gönlünden geçirdiklerini bildiğine iman eden bir insan Allah(cc)’ın yap dediğini yapar, yapma dediğini yapmaz.
Onun kalbinde Allah sevgisi yerleşir. Allah(cc)’ı seven ve Allah(cc)’tan korkanların elinden ve dilinden kötülük gelmez… Allah sevgisi insanı daima doğru yola götürür, kötülükten alıkor…”[67]
Allah’ı Zikir
Allah(cc)’ı zikir her tasavvufî ekolün esaslarından biridir. Zikrin dıştan içe doğru tekâmülü söz konusudur. Allah(cc)’ı zikretmek ve onu hayatın her anına yaymak tasavvufî seyirde elde edilmesi gereken en önemli amaçtır.
Yapılan zikirle sürekli kalbin Hak’la beraber olması ve yapılan her işte O’nun zikriyle muamele edilmesi sağlanır. Osman Hulûsî Efendinin şu veciz mısraları bu durumu açıklamaktadır:
“Derviş olan âgâh olur
Her kârı zikru’llah olur
Hep cümle varından geçer
Vasıl-ı ila’llah olur.[68]
Hulûs-i Kalb
Osman Hulûsi Efendi kalp ve niyet temizliği üzerinde önemle durmaktadır. Ona göre bütün hareketlerimizin kaynağı niyetimiz, kalbimiz ve ruhsal temayüllerimizdir.
İnsanların kıymeti vücudunun gücü, kılık kıyafetinin gösterişiyle değil iyi niyeti ve temiz kalpli olmasıyla ölçülür. Temiz kalbe sahip olmak ahlâkı güzelleştirip fiilleri ve hareketleri düzeltir.[69]
Seher Vaktinin Önemi
Seher vaktinin uyanık geçirilerek değerlendirilmesine işaret eden Osman Hulûsi Efendi bu zaman diliminde yapılan zikirlerin ve duaların makbul olacağını belirtmektedir. Seher vaktiyle ilgili bir şiiri şöyledir:
“Kalk ey gönül feryada gel vakt-i seher vakt-i seher
Mahbub-ı aşkı yâda gel vakt-i seher vakt-i seher
Uykudan uyan eyle zâr maksudunu isteyü var
Vere muradın Kirdigâr vakt-i seher vakt-i seher
Kalk bak ki her yan açılu âleme rahmet saçılu
Her ne dilersen dopdolu vakt-i seher vakt-i seher
Etsen ki yâ Rabbim Huda lebbeyk deyü eyler nida
Dur yatma kalk yalvar ana vakt-i seher vakt-i seher
Her ne dilersen Kibriya ihsan eder ol bî-riya
İste muradını dilâ vakt-i seher vakt-i seher
Zikr eyle gel mabudunu kim göresin meşhudunu
Tâ bulasın maksudunu vakt-i seher vakt-i seher
Hulûsî yârı yâda gel gamdan dili azâda gel
Bülbül gibi feryada gel vakt-i seher vakt-i seher.[70]
Gönül Kırmamak
Gönül Allah(cc)’ın tecelligâhıdır. Bu sebeple gönül kırıcı olmak iyi bir şey değildir. Gönüllerde yer etmek onlarda güzel izler bırakmak faziletli bir haslettir. Osman Hulûsi Efendi gönüllerin muhafazasına yönelik şöyle der:
“Gönülden başka bir sevda çıkarsa
Mekân-ı maksad-ı aksa gönüldür
Anı bir kimse taş urup yıkarsa
Denir yık Kâbe’yi yıkma gönüldür
Rıza-yı Hakk’a ey can sa’y edersen
Tut anın dâmenin ki tâ gönüldür
O bir sır küntü kenzen’in mahzenidir
O bir dür suret-i mana gönüldür
Gönülde bir mekân tut lâ-mekân ol
Mekânsız lâ-mekân illâ gönüldür.[71]
Sabır
Tasavvufî terbiye ve eğitim almak üzere bir mürşide bağlanan sûfînin mânevî seyri esnasında çektiği çilelere ve tercih ettiği fakra sabretmesi yolculuğunda mesafe almasını sağlayacak önemli bir husustur.
Hem maddî hem mânevî bazı sıkıntılara sabırla tahammül eden dervîş bunun karşılığını mânevî seyrinde yüksek derecelere çıkarak alır. Çünkü sûfî dünyevî kaygılarından kurtulduğu zaman Allah(cc)’a vuslata ulaşabilir. Yine o mânevî seyrinde darlığa düştüğü kabz hâline sabrettiği zaman bastı elde edebilir. Osman Hulûsi Efendi dervîşin olaylar karşısındaki hâlini şöyle anlatır:
“Dervîşin yastığı katı taş gerek
Yediği eleksiz arpa aş gerek
Yolda yalın ayak açık baş gerek
Menzil-i maksuda erem der ise
Yoklukta yürüyüp yüzü hâk ola
Su gibi eriyip özü pâk ola
Derd ile sînesi çak u çak ola
Cemâl-i dilberi görem der ise
Boyun vere her zahmete katlana
Sabır ede her acıya tatlana
Mihnet çeke yaya iken atlana
Hakikat güllerin derem der ise.”[72]
“Cefa vü cevrine yârın tahammül eyleyip râm ol
Ola kim kahr u lutfun perdesiyle imtihan eyler.”[73]
Kaynaklar:
[1] Somuncu Baba’nın hayatı hakkında bk. Ahmet Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Âlisi, es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Vakfı Yay., İstanbul 1992.
[2] Ahmet Akgündüz, “Somuncu Baba ve Neseb-i Âlisi”, Somuncu Baba, Kasım-Aralık 2000, sayı: 29, ss. 4.
[3] İsmail Palakoğlu, Gönüller Sultanı es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi, Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yay., 2.bs., Ankara 2005, ss. 21-22.
[4] Akgündüz, “Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi – 4”, Somuncu Baba, Nisan 1995, sayı 4, s. 6; a.mlf., “Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi”, ss. 4-5; a.mlf., “Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi Hakkında Yeni Arşiv Belgeleri”, Somuncu Baba, Şubat 2009, sayı: 100, s. 22.
[5] A. Şemseddin Ateş, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Hazretlerinin Çocukluğu ve Gençliği”, Somuncu Baba, Eylül 1994, sayı: 2, s. 11.
[6] Osman Hulûsî-i Darendevî, Mektûbât, s. 97.
[7] Yakup Çiçek, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendide İnsan Sevgisi ve Sehavet”, Somuncu Baba, Temmuz-Ağustos 2000, sayı: 27, s. 23.
[8] Osman Hulûsî Efendinin hutbelerinde naklettiği hadislerin tahlili için bk. Mehmet Emin Özafşar, “Hz. Peygamber ve İrfanî Gelenek Çerçevesinde Hulûsî Efendi ve İrfanî Gelenek”, Somuncu Baba, Kasım-Aralık 2004, sayı: 53, ss. 8-10.
[9] Palakoğlu, Gönüller Sultanı es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi, s. 31.
[10] Ateş, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Hazretlerinin Çocukluğu ve Gençliği”, s. 13.
[11] Es-Seyyid Osman Hulûsî-i Darendevî, Mektûbât-ı Hulûsî-i Darendevî, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Nasihat Yay., İstanbul 2006, s. 2.
[12] Ateş, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Hazretlerinin Çocukluğu ve Gençliği”, s. 13.
[13] Musa Tektaş, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendinin Evliliği ve Çocukları”, Somuncu Baba, Ocak 1995, sayı: 4, s. 11; es-Seyyid Osman Hulûsî-i Darendevî, Divan-ı Hulûsî-i Darendevî, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Nasihat Yay., İstanbul 2006, s. XXVI; Palakoğlu, Gönüller Sultanı es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi, s. 42.
[14] Palakoğlu, Gönüller Sultanı es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi, s. 39.
[15] Musa Tektaş, “es-Seyid Osman Hulûsî Efendinin İmameti”, Somuncu Baba, Nisan 1995, sayı: 4, s. 10.
[16] Tektaş, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendinin İmameti”, ss. 10, 15; Mevlüt Sarıoğlu, “es-Seyyid Hacı Osman Hulûsî Darendevî”, Somuncu Baba, Haziran 1994, sayı: 1, s. 12 .
[17] Hasan Aksoy, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendinin İlme Verdiği Önem”, Somuncu Baba, Mart 1996, sayı: 8, s. 9.
[18] Osman Hulûsî Darendevî, Mektûbât, s. 2. Bugünkü Türkçeyle bu cümleler şöyle ifade edilebilir: Kişinin nesebinin güzelliği, edebinin de güzelliği olmalıdır. Büyüklere saygılı, küçüklere de şefkatli ol. Böyle yaparsan saygı ve şefkat gibi iki güzel değere sahip olmuş olursun.
[19] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 179.
[20] Aynı eser, s. 374.
[21] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 375.
[22] Aynı eser, s. 382.
[23] Mehmet Akkuş, “Nasihatnâmeler ve Hulûsi Efendinin Dilinden Nasihatlar”, Nasihatnâme, Nasihat Yay., Ankara 2009, ss. 47-49,
[24] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 161.
[25] Osman Hulûsî Darendevî, Mektûbât, s. 153, (m.no: 44).
[26] Aynı eser, s. 153, (m.no: 44).
[27] Aynı eser, s. 18, (m.no: 8). Osman Hulûsî Efendinin semaveri konu edindiği başka şiirleri için bk. Osman Hulûsî Darendevî, Mektûbât, s. 126, (m.no: 36), s. 138-140, (m.no: 40), s. 144, (m.no: 42), s. 231, 191.
[28] Palakoğlu, Gönüller Sultanı es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi, ss. 136, 138.
[29] Tektaş, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendinin Evliliği ve Çocukları”, s. 11; Osman Hulûsî Efendinin yukarıda adları zikredilen evladının hayat hikâyeleri ve hizmetleri için bk. Palakoğlu, Gönüller Sultanı es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi, ss. 41-71.
[30] es-Seyyid Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Nasihat Yay., İstanbul 2006.
[31] Aynı eser, ss. 430-434.
[32] Aynı eser, ss. 435-436.
[33] Aynı eser, s. 437.
[34] Aynı eser, ss. 455-530.
[35] Aynı eser, ss. 439-454.
[36] Aynı eser, s. 2.
[37] Aynı eser, s. 428.
[38] es-Seyyid Osman Hulûsî Darendevî, Mektûbât-ı Hulûsî-i Darendevî, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Nasihat Yay., İstanbul 2006.
[39] Aynı eser, ss. 229-234.
[40] Aynı eser, ss. 235-266.
[41] Aynı eser, ss. 267-297.
[42] Aynı eser, ss. 299-302..
[43] Aynı eser, ss. 303-311.
[44] es-Seyyid Osman Hulûsî Darendevî, Şeyh Hamid-i Velî Camii Minberinden Hutbeler, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Nasihat Yay., İstanbul 2006.
[45] Aynı eser, ss.3-58 (1-17. Hutbe).
[46] Aynı eser, ss. 61-149 (18-47. Hutbe).
[47] Aynı eser, ss. 153-285 (48-87. Hutbe).
[48] Aynı eser, ss. 289-374 (88-115. Hutbe).
[49] Aynı eser, ss. 377-440 (116-138. Hutbe).
[50] Aynı eser, ss. 443-475 (139-150. Hutbe).
[51] Aynı eser, s. 13.
[52] Aynı eser, ss. 13-14.
[53] Zülfikar Güngör, “Hulûsî-i Darendevî Dîvân’ında Hz. Muhammed(sav)”, Hulûsî Efendi Güldestesi, es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Vakfı Visan İktisadi İşletmesi, Ankara 2003, s. 28.
[54] Osman Hulûsî Darendevî, Şeyh Hamid-i Velî Camii Minberinden Hutbeler, s. 11.
[55] Mustafa Tahralı, “es-Seyyid Osman Hulûsî Efendinin Dîvân’ında Bir Gezinti”, Somuncu Baba, Haziran 1996, sayı: 6, ss. 8-9.
[56] Aynı eser, s. 11.
[57] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 149.
[58] Osman Hulûsî Darendevî, Mektûbât, s. 122.
[59] Aynı eser, s. 297.
[60] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 123.
[61] Osman Hulûsî Darendevî, Şeyh Hamid-i Velî Camii Minberinden Hutbeler, s. 7.
[62] Osman Hulûsî Darendevî, Mektûbât, s. 297.
[63] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 9.
[64] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 70. Osman Hulusî Efendinin şiirlerinde aşk hakkında bk. Hikmet Atik, “Hulûsî-i Darendevî Divân’ında Gönül ve Aşk Kavramları, Hulûsî Efendi Güldestesi, ss. 75-85.
[65] Aynı eser, s. 77.
[66] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 151.
[67] Osman Hulûsî Darendevî, Şeyh Hamid-i Velî Camii Minberinden Hutbeler, s. 20
[68] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 344.
[69] Osman Hulûsî Darendevî, Şeyh Hamid-i Velî Camii Minberinden Hutbeler, s. 169.
[70] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 52.
[71] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 63.
[72] Osman Hulûsî Darendevî, Dîvân, s. 282.
[73] Aynı eser, s. 78.

Önceki Halka
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (ks)
