Altın Silsile'den Altın Halkalar

Image hover effect image

Seyyid Emîr Külâl (ks)

15

Bu sayfada yer alan bilgiler Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanan “Altın Silsile’den Altın Halkalar” kitabından alınmıştır.

Seyyid Emîr Külâl (ks)

Peygamber neslinden geldiği için Seyyid ve Emir, çömlekçilik yap­tığı için de Külâl diye anılan Emir Külâl’in gerçek adı bilinmemektedir. Bazı kaynaklar Emir Külâl’in doğum yeri olarak Buhara’nın Sûhârî köyünü zikretmiş ise de,[1] onun menkıbelerini ihtiva eden eserdeki bir rivayete göre, Efşene köyünde doğduğu anlaşılmaktadır.

Seyyid Ata’nın 683/1284 senesinde henüz bir çocuk olan Emir Külâl’ı görüp iltifat etliği şeklindeki rivayet doğru ise, onun 680/1281 senesi civarında doğ­muş olduğu tahmin edilebilir.[2]

Sâlih bir zât olan babası Emir Hamza, Medine’den gelip Buhara’nın Efşene köyüne yerleşmiştir. Yesevî şeyhlerinden ve devrin meşhur velîlerinden Seyyid Ata’nın dostu idi. Zamanın meşhur zâtları ile kalabalık bir gurup hâlinde Efşene’den geçen Seyyid Ata, Emir Hamza ile bu yolculuğu sırasında tanışmıştır. Bundan sonra Seyyid Ata’nın her ne zaman oraya yolu düşse, önce doğrudan Seyyid Hamza’nın evine gider, başkalarıyla daha sonra görüşürdü.

Yine bir defasında Efşene köyüne uğramış ve Seyyid Hamza’nın yanına gelmiştir. Bu gelişinde ona bir müjde verip;

“Kardeşim! Allah(cc) sana şanı pek yüce olacak bir evlat verecek. Cihan, baştanbaşa onun hizmetine girecektir. Bu çocuk doğduğu zaman ismini Emir Külâl koy!” demiştir.

Aradan yıllar geçmiş. Seyyid Hamza’nın bir oğlu olmuş. Seyyid Ata’nın işareti üzerine ismini “Emir Külâl” koymuştur.[3]

Emir Külâl, seyyid-nesep ve asil bir ailenin evladı olması sebebiyle mânevî bir atmosferde yetişti. Hatta bazı menkıbelerde onun daha ana karnındayken şüpheli yiyecekler konusunda annesini uyardığı nakledilir. Menkıbeye göre annesi bu durumu şu şekilde anlatmaktadır:

“Ne zaman şüpheli bir şey yiyecek olsam, karnımı sancı tutardı. Hatta bu sancı üç defa peş peşe tekrarlardı. Böylece ben yediğimin şüpheli olduğunu anlar ve yediğimi çıkarırdım. Bütün bunlar karnımda taşıdığım çocuğun nuranîliği sebebiyle idi. Bu yüzden yiyeceklerime çok dikkat ederdim.”[4]

Gürbüz bir yapıya sahip olan Emir Külâl’in gençlik yıllarında güreş sporuyla meşgul olduğu rivayet edilir. Hatta onun gibi seyyid-nesep birine güreş gibi bir sporla meşgul olmayı yakıştıramayan bir zâta ait şöyle bir menkıbe nakledilir:

Büyük bir kalabalık arasında güreş tutan Emir Külâl’i seyredenlerden biri; “Peygamber soyundan gelen biri nasıl olup da böyle bid’at sayılabilecek bir işle meşgul olabiliyor?” diye gönlünden geçirmiş.

Hatırına bu düşünce gelince kendisini bir uyku hâli bastırmış. Uykuya dalınca rüyasında kıyametin koptuğunu ve kendisinin bir bataklık içinde batmamak için çırpındığını görmüş. Öyle bir bataklık ve öyle bir çırpınış ki çırpındıkça batıyor, battıkça çırpınıyor.

Kendisinden ve hayatından ümit kestiği bir anda Emir Külâl karşısında zâhir olmuş ve kuvvetli pazusuyla onu belinden kavradığı gibi çekip çıkarmış. Adam uyanmış ki güreşini tamamlayan Emir Külâl kendisine dönmüş ve şunları söylemektedir: “Bizim pehlivanlığımız, çamura düşenleri bataktan çıkarmak içindir.”[5]

Muhammed Baba Semmâsî’ye İntisâbı

Emir Külâl’in asaletini ve mâneviyata yatkınlığını bilen Muhammed Semmâsî, ona ulaşmak için er meydanına gider. Semmâsî, Râmîten’deki güreş meydanında Emir Külâl’i, kenardan izler ve niçin güreş izlediğini soran müridlerine; “Bu meydanda bir yiğit var, birçok kişi onun sohbetiyle kemâle erecek, onu avlamaya çalışıyorum” diye cevap verir.

Güreş seyri sırasında çarpıcı bir nazarla Emir Külâl’e bakan Semmâsî, bir ara onunla göz göze gelir. Gözlerin gizlice konuştuğu ve kalplerin sessizce anlaştığı bu nazar alışverişinden sonra Semmâsi, müridlerini alarak er meydanından uzaklaşır. Emir Külâl ise bu bakışın tesirine kendini kaptırarak şeyhin peşinden koşar ve dergâhına varıp bende olur.

Halvethanesinde kendisiyle özel görüşen Semmâsî ona, ilk telkinini yapar ve onu irşad halkasına katar. Şeyhinin dergâhında seyr ü sülûka başlayan Emir Külâl, burada aradığını bulur.[6]

Yirmi yıl süreyle şeyhine hizmet eden Emir Külâl, haftada iki kez Pazartesi ve Perşembe günleri ikâmet etmekte olduğu Sûhârî köyünden Semmâs köyüne gider, şeyhinin sohbet ve hizmetinde bulunur. Bu şekilde seyr ü sülûkünü tamamlayan Emir Külâl, Semmâsî’nin önde gelen halifelerinden biri olur ve birçok mürid yetiştirir.[7]

Emir Külâl, şeyhi Semmâsî’nin yanında Semmâs’ta bulunduğu sırada, orada oturan bir grup insanla başka bir köyden bir cemaat arasında anlaşmazlık çıkar. İş kavgaya dökülüp birinin dişi kırılır. Dişi kırılan kimse ve taraftarları, kırılan dişin diyetini almak için hâkime müracaat etmeye karar verirler. Fakat önce Semmâsî’ye danışalım, kendi başımıza iş yapmayalım, ne buyurursa öyle yapalım derler.

Semmâsî’nin huzuruna varıp durumu arzederler. Kırılan dişi alan Semmâsî, o sırada henüz derviş konumunda bulunan Emir Külâl’e kırık dişi verip; “Evladım, şu işi hallet de aralarındaki anlaşmazlık bitsin” der. Emir Külâl, Allah(cc)’a dua edip aralarındaki husumetin giderilip muhabbetin peyda edilmesini ister. O anda duası bereketiyle dişi kırılan kimse, karşı tarafa duyduğu kırgınlık ve kırıklıktan dolayı üzüntüsünü beyan eder, dişini kıranları şikâyetten vazgeçer. Karşı tarafta yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup tevbe ederler ve tarikat halkasına katılıp samimi dervişlerden olurlar.[8]

Emîr Külâl ve Timur

Rivayete göre, bir gün Emir Külâl, Cuma namazını Buhara’da kıldık­tan sonra bazı müridleriyle Sûhârî’deki evine dönerken Kelâbâd’a gelir ve çayırda oturmuş bir grup insan görür. Emir Timur’un da bunların arasında olduğunu öğrenir.

Timur da bu zâtın Emir Külâl olduğunu öğrenince, onun ya­nına gelip tavsiye ister. Ancak Emir Külâl, “Biz meşâyihtan işaret gel­medikçe bir şey söyleyemeyiz, ama bekleyin ve uyanık olun, sizin işini­zi aydınlık görüyorum.” diyerek evine döner. Orada halvete giren Emir Külâl, yatsı namazından sonra sırdaşı olup Karaman köyünde ikâmet eden Şeyh Mansur’u çağırtır ve “Hemen Timur’un yanına git ve hiç dur­madan Harizm’e hareket etmesini, orayı fethettikten sonra Semerkand’a yönelmesini söyle.” der.

Şeyh Mansur bu haberi ulaştırınca Timur he­men Harizm’e hareket eder. Onun hareketinden kısa bir süre sonra, bir grup gelip Timur’un çadırını kuşatırlar, ama çadır boş olduğu için kim­seyi bulamazlar. Bu rivayeti destekleyen bazı cümleler, Timur’a nispet edilen Tüzûkât adlı eserde de geçmektedir. Bu eserde Timur, Bedahşân’a gitmek istediğini, ancak Emir Külâl’in ona Harizm’e gitmesini tav­siye ettiğini, bu tavsiye üzerine Harizm’e gidip muzaffer olduğunu an­latır.

Sonraları Semerkand’a yerleşen Timur, Emir Külâl’i Semerkand’a davet etmiş ise de bu davete icabet edemeyen Külâl, kendi yeri­ne oğlu Emir Ömer’i göndererek Timur’a mazeret sunar, ayrıca takva ve adaleti tavsiye eder.[9]

Yine rivayete göre, Timur, Emir Kü­lâl’in halifelerinden Şemseddin Külâl ile birlikte bir gece Emir Külâl’in ziyaretine gelir, intisap edip müridi olur, Emir Külâl de onun tasavvufî eğitimini Şemseddîn Külâl’e havale eder.[10]

Öte yandan Emir Külâl’in, Nimetullâhiyye tarikatının kurucusu olup o dönemde Mâverâünnehir’de bulunan Şah Nimetullah Velî Kirmânî’yi (ö.834/1431) Timur’a şikâyet ettiği ve “Askerlerden bir kısmı ona intisap etti, eğer saltanat davasına kalkışırsa karşı koyacak güç yok­tur.” diye ikaz ettiği, bunun üzerine Timur’un; “Bir memlekette iki padişah olursa kargaşa olur, başka memlekete gitsinler.” diyerek Şah Nimetullah’ı Mâverâünnehir’den çıkardığı nakledilir.

Nakşbendîyye lite­ratüründe bulunmayan bu rivayet, Şah Nimetullah’ın menkıbelerini 911/1505 senesinde derleyen Abdürrezzâk Kirmânî tarafından kayde­dildikten sonra oradan istifadeyle başka eserlere de geçmiştir. Timur ile yakın ilişkiler içinde bulunan Emir Külâl’in ona böyle bir uyarıda bulunmuş olması mümkündür.[11]

Vefâtı ve Halifeleri

Uzunca bir ömür süren Emir Külâl, bir ara Nesef tarafında ikâmet etmiş ise de, çoğunlukla Buhara’nın yakın bir köyü olan Sûhârî’de bulunmuş ve 8 Cemâziyelevvel 772/28 Kasım 1370 tarihinde vefat ederek Sûhârî’de defnedilmiştir. Zamanla Mîr Külâl adıyla anılmaya başlayan bu köyün şimdiki adı Yangikhayat’tır. Kabri bir bağın içinde olup etrafı birçok başka kabirle çevrilidir.

1315/1898 Şevval’inde Mâverâünnehir’e bir seyahat yapan Masum Ali Şah, kabrin alâmeti olarak yüksek bir direkten başka bir şey bulunmadığını söyler. Kabrin üzerine 1996’da Pakistanlı bir şahıs tarafından Hindistan-Pakistan mimari tarzında bir türbe inşa edilmiştir.[12]

Emir Burhan Şah, Emir Hamza, Emirşah ve Emir Ömer isminde dört oğlu bulunan Emir Külâl, bu dört oğlunun eğitimini de dört halifesine havale etmiştir. Oğlu Burhan Şah’ın eğitimini Şâh-ı Nakşbend’e, Emir Hamza’nın eğitimi Ârif Dikkerânî’ye, Emirşah’ın eğitimini Mevlânâ Yâdigâr’a, Emir Ömer’in eğitimini Cemâeddin Dehistânî’ye tevdi etmiştir.[13]

Emir Külâl, oğlu Emir Burhan Şah’ı halifesi Şâh-ı Nakşbend’e ısmarlarken şunları söyler:

“Üstad, çırağını eğitip kemâle erdirince kendi eserini çırağında görmek ister. Bu suretle hata ve eksikleri varsa düzeltsin arzu eder. Bu yüzden ben de oğlum Burhaneddin’i sana havale ediyorum. Kendisi herhangi bir eğitim almamıştır. Siz onu istediğiniz gibi yetiştirin. Ben de sizin eserinizi görerek itminan sağlayayım.”[14]

Şeyhinden aldığı emir gereği, onun eğitimiyle meşgul olan Şâh-ı Nakşbend, kısa zamanda dereceler katetmesine vesile olur. Ruhî yapısı gereği halveti ve yalnızlığı seven Burhaneddin’i yetiştirir. Halkın arasına girmesini sağlar ve şeyhinin takdirini kazanır.

Oğlunun mânevî terakkisini gören Emir Külâl, “Burhaneddin, bizim burhanımızdır.” diyerek hem oğluna hem de oğlunu yetiştiren halifesi Şâh-ı Nakşbend’e iltifatta bulunur.[15]

Yazılı bir eser bırakmadığı anlaşılan Emir Külâl’in menkıbeleri, oğlu Emir Hamza’nın torunu olan Mevlânâ Şihâbeddîn tarafından muhtemelen Hicrî dokuzuncu asrın ikinci yarısında ya da onuncu asırda derlenmiştir. Muhtelif yazma nüshaları bulunan bu eser önce Buhara’da Makâmât-ı Emîr-i Külâl (Buhara 1328/1961) adıyla neşredilmiştir.[16]

Vefat ederken geride birçok halife bırakan Emir Külâl’in yerine oğlu Emir Hamza (ö.800/1398) postnişin olmuştur. Emir Hamza’nın halifeleriyle devam eden bu Hâcegân kolu, çok yaygın olmasa bile, Emir Külâliyye adıyla uzun zaman varlığını sürdürmüştür.[17]

Rivayete göre, Emir Külâl’in oğlu Emir Hamza’nın müridlerinden bazıları ticaret için sefere çıktıklarında hırsızlar yollarını keserek mallarını yağmalamış, müridler de Emir Hamza’nın ruhâniyetine teveccüh etmişlerdir. Bir süre sonra hırsızlar geri gelip malları iade etmişler ve “Sizin şu evsafta bir şeyhiniz var mı?” diye sormuşlar. Müridler “evet” deyince, hırsızlar tevbe ettiklerini ve o zâta mürid olmak istediklerini ifade etmişlerdir. Bu rivayet de mânen yardım isteme anlamındaki teveccühe bir örnek sayılabilir.[18]

Subhân Kulî Hân’ın cenaze törenine katılan tarikat mensupları arasında Emîr Külâliyye şeyhlerinin de zikredilmesi, bu kolun XVIII. yüzyıla kadar devam ettiği düşünülebilir.[19] Emir Külâl’in, Emir Hamza dışındaki belli başlı halifeleri şunlardır:

  1. Mevlânâ Ârif Dîggerânî,
  2. Şeyh Yâdgâr Künsürûnî,
  3. Şeyh Cemâleddîn Dehistânî,
  4. Şemseddîn Külâl
  5. Bahâeddîn Nakşbend.[20]

Bu halifeler içinde en meşhuru, tarikata yeni bir yön veren ve Nakşbendîyyenin kurucusu olarak kabul edilen Bahâeddîn Nakşbend’dir.

Emir Külâl’in boyu uzun, kolları geniş ve uzunca idi. Kaşları çatık, gözleri keskindi. Esmer tenliydi. Sakalının beyazı azdı. Tevazu ehli ve yumuşak başlı idi. İtiraz ve inat nedir bilmezdi. Gençliğinde pehlivanlık yapardı. Güçlü, kuvvetli ve iri yapılı idi. Şeriat, tarikat ve marifeti cem etmiş bir veliyy-i kâmildi.[21]

Tasavvuf Anlayışı

Gerek Emir Külâl gerekse takipçileri olan Emir Külâliyye zümresi, geleneksel halvet anlayışı yerine kalabalıklar arasında Hak ile ünsiyet kesbetmeyi şiar edinmişlerdir.

Sosyal hayatın her katmanında yer alan, sosyal sorumlulukların bilicinde hareket eden Emir Külâl takipçileri, bireysel dindarlık yanında toplum olarak da dindarlık deneyimini gerçekleştirmeyi isterler. Toplumdan kaçışı ve asosyal bir çizgiyi değil, toplumsal ruhu canlandırmaya çalışırlar.

Kaynaklarda bu durumun örneği olarak şöyle bir rivayetten söz edilir: Emir Külâl’in oğlu ve halifesi Emir Hamza’ya şeyhlerden biri; “Sizin tarikatınız­da niçin halvete oturma geleneği yok.” diye sorunca, Emir Hamza: “Hal­vette de sohbet edecek bir arkadaş gerekir.” diye cevap verir.

Bu şeyh, ona halvet arkadaşı olabileceğini söyleyince, Emir Hamza: “Sizin halve­tiniz nasıl?” diye sorar. Şeyh; “Bir ibrik su ve 40 kuru üzüm alır, bun­larla 40 gün idare ederiz.” der. Emir Hamza ona; “Bizim halvetimiz ise bir abdest alıp halvete girmek, her gün bir koyun yemek ve kırk gün ay­nı abdest ile namaz kılmaktır.” diye karşılık verir. Bu rivayet, Emir Külâliyye kolunda da klasik halvet ve riyazetin kabul edilmediğini gös­termektedir.[22]

Cehrî zikir yaptığı bilinmekle beraber, Emir Külâl’in geleneksel halvet gibi semâya da karşı çıktığı bilinmektedir. Daha sonra tam metnini vereceğimiz o meşhur nasihatlerinde semâ ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

“Semâ meclisinde bulunmayın ve semâ edenlerle oturmayın. Onlarla sohbet kalbi öldürür. Çünkü onlar hâl ehli değildirler. Hâl sahibi o kimsedir ki, se­mâ ânında bıçakla kesseler haberi olmaz.”[23]

Halvet ve semâda itidali öngören Emir Külâl, dindarlıkta derinleşmeyi, mânevî âlemlere nüfuz edebilmeyi, kulluk zevkini tatmayı helâl lokmada görmektedir. Bu çerçevede Emir Külâl’in şu sözü son derece manidardır:

“Geceleri ibadetle geçirseniz ve açlıktan karnınız/beliniz keman teli gibi incelse bile, lokma ve hırkanız helâl olmadığı sürece maksada ulaşamazsınız.”[24]

“Ruhsatlardan uzak durun ve gücünüz yettiğince azimetle amel edin. Ruhsatla amel etmek zayıf insanların işidir.”[25]

gibi sözleri ile müntesiplerini dinî duyarlılığı yüksek isimler olarak yetiştiren Emir Külâl, dost ve müridlerine sürekli olarak dinî emirlere ve ilme sarılmayı tavsiye etmektedir. Bu çerçevede o şunları söylemektedir:

“Size birisi mezheple ilgili bir soru sorar ve siz bilmezseniz, bundan daha kötü bir şey olamaz ve bu durum, gaflette olduğunuzun alâmetidir. Âlimlere yaklaşın, çünkü onlar ümmetin ışığıdırlar.”[26]

Bu tavsiyenin bir göstergesi olarak oğlu Emir Hamza, ulemadan Ömer Nesefî’nin (ö.537/1142) sözlerine itimat eder ve bâtıl yoldaki sûfîlerden kaçınıp dinî kurallara bağlı olarak yaşamayı tavsiye ederdi.[27]

Meşru ve liyakatli bir duruş sergileyen takipçileri, basiret ve ferasetleri ile dikkat çekmişlerdir. Vahdet ruhunu, İslâmî hassasiyeti koruyup düşmanlık emarelerini ortadan kaldırmaya gayret etmişlerdir.

Örneğin Keş’te bulunan Emir Külâl’in oğlu Emir Ömer’e (ö.803/1400) gelen şahsın biri, Yesevîlerden İsmail Ata’nın müridlerine, şeriata uyma ve gayr-i meşru işleri terk etme konusunda nasihat etmesini ister.

Esasında bu bir tuzaktır ve Yesevîler Emir Ömer’i öl­dürmek istemektedirler. Emir Ömer bu Yesevî grubunun olduğu köye gidince, onların lideri Emir Ömer’in yakasına yapışmak ister. Ancak Emir Ömer adamın elini tutarak onun ellerinin kuruması için beddua eder. O anda adamın ellerinin kuruduğunu gören Yesevîler pişman olurlar, Emir Ömer de onun ellerinin üç gün sonra iyileşeceğini söyler ve dediği gibi olur.[28]

Sebebi bilinmeyen bu suikast girişimine rağmen bazı Yesevîlerin ise Emir Ömer ile gayet yakın ilişki içerisinde olduğu görülmektedir. Örneğin, Kök Ata’nın oğullarından biri bazı arkadaşlarıyla birlikte Emir Ömer’i ziyaret etmek için tekkesine gelir, ziyafet­ten sonra Kök Ata’nın oğlunun küçük oğlu Emir Ömer’e intisap ederek müridi olur.

Yine İsmail Ata’nın oğlu İshak Hâce, Taşkent ile Sayrâm arasında bir kasaba olan İspîcâb/Esfîcâb’da halkı irşad ile meşgul olurken, kendisine intisap etmek için gelen Abdullah Hocendî’yi müridliğe kabul et­memiş ve onun ileride Bahâeddîn Nakşbend’e mürid olacağını söy­lemiştir.[29]

“Geceleri ibadetle geçirseniz ve açlıktan karnınız/beliniz keman teli gibi incelse bile, lokma ve hırkanız helâl olmadığı sürece maksada ulaşamazsınız.”
altin-silsile-favicon-150x150

Seyyid Emîr Külâl (ks)

Ölüm Anında Nasihatleri

Tüm bu tespitlerden sonra Emir Külâl’in düşünce dünyasını özetlemek istersek, konu ile ilgili verebileceğimiz en önemli örnek, ölüm döşeğinde müridlerine yaptığı şu tavsiyelerdir:

“Kıymetli dostlarım! İlim öğrenmekten ve Muhammed(sav)’in yoluna tâbî olmaktan asla ayrılmayınız. Bu, mümin için bütün saadetlerin ve nimetlerin vasıtasıdır. Bunun için Resûlullah(sav) ilim öğrenmenin, erkek ve kadın her mümine farz olduğunu buyurdu. Yani her Müslüman erkeğin ve kadının, kendine gerekli olan dinî bilgileri öğrenmesi farzdır.

Bunlar sırasıyla; iman ve itikat bilgileri, namazla ilgili bilgiler, oruçla ilgili bilgiler, zengin ise zekât ve hac ile ilgili bilgiler, ana-baba hakkı ile ilgili bilgiler, sıla-i rahim ile ilgili bilgiler, komşu hakkını gözetme ile ilgili bilgiler, alış-verişe dair bilgiler, helâl ve harama müteallik bilgilerdir. Çünkü insanların çoğu, bilmediğinden ve bildiği ile amel etmediğinden helak olmuştur. Bu duyguyu şair şiirinde şu şekilde beyan etmektedir:

Dünya talipleri hep hırs ile mest oldular,

Para için, daim kendilerini bozdular.

Hüdâ’yla yaptıkları ahitleri bozdular,

Hepsi Musa’ya düşman, Firavun’a dost oldular.

İyi biliniz ki, dünyayı ve dünyaya düşkün olanları sevmek, sizin, Allah(cc)’ın razı olduğu yolda yürümenize mani olan büyük bir engeldir. Daima Allah(cc)’ı hatırlayıp O’nu zikrediniz. Böylece dininizi dünyaya değişmemiş olursunuz.

Daima Allah(cc)’tan korkunuz. Hiçbir ibadet, Allah(cc) korkusundan daha tesirli değildir. Allah(cc)’tan korkan kimseden çekininiz. Allah(cc)’tan korkmayan kimseden ise korkmayınız.

Ey dostlarım! Daima Allah(cc)’ı zikrediniz. Allah(cc)’tan başka her şeyi bırakınız. ‘Lâ ilâhe illâllah’ kelime-i tevhidini söylerken; ‘Lâ’ derken nefyediniz, Allah(cc)’tan başka hiçbir mabud olmadığını biliniz. ‘İllâllah’ derken, Allah(cc)’ın noksan sıfatlarından münezzeh olduğunu biliniz.

Biliniz ki, elbiseyi temiz su temizler. Dili, Allah(cc)’ı zikretmek temizler. Bedeninizi namaz kılmak, malınızı zekât vermek temizler. Yolunuzu, insanların sizden hoşnut ve memnun olması temizler. İhlâs sahibi oluncaya kadar ihlâsı, kurtuluşa erinceye kadar da kurtuluşu arayınız.

Kalbin, dilin ve bedenin temiz olması, helâl lokma yemeye bağlıdır. Bunu, iyi biliniz. Helâl lokma yiyen insanın midesi, içinde temiz su toplanan havuz gibidir. Bu havuzdan etrafa temiz su dağılır ve bu su ile çiçekler yetişir, ağaçlar meyve verir, ondan istifade edilir.

Hadis-i şerifte belirtildiği üzere, hiç haram karıştırmadan kırk gün helâl gıda yiyen kişinin kalbini Allah(cc), nur ile doldurur. Kalbine nehirler gibi hikmet akıtır. Dünya muhabbetini kalbinden giderir.

Tevbe ediniz. Tevbekâr ve edepli olmak gerekir. Tevbe ediniz ki, tevbe, bütün itaatlerin başıdır. Tevbe, sadece dil ile olmaz. Tevbe, işlenen günahlara kalpten pişmanlık duymak ve bir daha günahı işlememektir.

Allah(cc)’tan daima korkunuz. Kendi günahlarınıza bakıp tevbe ediniz. Başkaları sizden hoşnut olsun. Günahlarınıza pişman olup o kadar ağlayıp tevbe ediniz de gerçekten size tevbekâr densin. Dünyadayken günahlara pişman olup kulluk vazifesini yaparak ahireti kazanmak gerekir. İşte, bütün işin aslı budur.

Sevgi ve muhabbet; Allah(cc)’ın rızasını aramak ve kötü işleri terk etmek, ahde vefa göstermek, emanete ihanet etmemek, kendi kusurlarını görüp amelleri ile övünmemek, amellerini görmemek, daima Allah(cc)’ı zikretmekle meşgul olmaktır.

Hiçbir işe, Allah(cc)’ın ismini söylemeden, yani besmelesiz başlamayınız ki, ahirette yaptığınız o işten dolayı utanmayasınız. Bu bakımdan bir işe başlamadan önce besmele çekiniz, sonra başlayınız.

Allah(cc)’ın emirlerine itaat ediniz. Nerede olursanız olun, ilim öğrenmekten ve amel etmekten uzak kalmayınız. Her ne olursa olsun, karşınıza her ne güçlük çıkarsa çıksın, ilmi ve ameli asla terk etmeyiniz.

Emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker/iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak vazifesini yerine getiriniz. Dinin yasak ettiği şeylerden, dine uygun olmayan işlerden ve bidatlerden sakınınız.

Âyet-i kerimede meâlen şöyle buyurulmaktadır: “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah(cc)’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.”[30]

Âhirette bunlardan olmamak için çok korkup sakınınız!

Rivayet edilir ki, Fudayl b. İyâz (ö.187/802) şöyle anlatmıştır: Havanın çok sert ve soğuk olduğu bir gün, Şeyh Abdülallâm’ı gördüm. Üzerinde ince bir elbise vardı. Soğuk olmasına rağmen, alnından buram buram ter damlıyordu. Bunun üzerine; ‘Bu soğuktan böyle terlemenizin sebebi nedir?’ dedim. Cevabında; ‘Bir gün burada bir günah işleniyordu. Ben buna mani olmak istedim. Fakat mani olamadım. Bunun ıstırabından dolayı ve kıyamet günü bunun günahından nasıl kurtulurum diye düşünmekten böyle terliyorum.’ dedi. Ya siz, her gün hem kendiniz hem de başkaları için nice emr-i bi’l-marufu kaçırıyorsunuz, hâlinize bir bakınız!

İşlerinizi, dininizin emirlerine uygun yapınız. Bir iş yapacağınız zaman, bakınız, dinin emirlerine uygun ise onu kabul edip yapınız. Uymuyorsa, vazgeçiniz.

Bütün işlerin başı, dinin emirlerine yapışmak ve Allah(cc)’ın koyduğu hudutları aşmamaktır. Akıllı kimse, kendi hâlini düşünür. İnsanlar ile kendi arasındaki hududa ve hakka riayet eder. Bunu gözetmeyenler için verilecek cezayı bildiren nice âyet-i kerimeler nazil olmuştur.

Her zaman ve her yerde, bakarken, konuşurken, dinlerken, gelirken, yerken ve içerken, Allah(cc)’a ve insanlara karşı uyulması gereken bir hudut vardır. Fırsatı ganimet biliniz, yaptığınız işleri kurtuluşunuza vesile olacak şekilde yapınız.

Helâl rızk kazanmak için çalışınız. Kâfi miktarda kazanıp israf ve cimrilik etmeyiniz. Nafakanızda dinimizin emrine uygun olarak davranınız. Peygamberimizin ifadesiyle işlerin hayırlısı, orta düzeyde olanıdır. Helâlinden ve kendi kazancınızdan yiyiniz.

Eğer uykunuz gelirse, biraz uyuyunuz ki ibadet ve itaat yapmak için dinlenmiş olasınız. Fakat Allah(cc)’ı zikretmeden uyumayınız. Peygamber Efendimiz, âlimin uykusunu cahilin ibadetinden hayırlı addetmiştir.

Dostlarım! İnsanların maksada, saadete kavuşmaktan mahrum kalmalarının sebebi, ahiret yolunu bırakıp yalancı dünyaya sarılmalarıdır. Ahiret saadetini isteyen kimse, doğru itikada sahip olup bid’at ve dalalet olan şeylerden uzak durarak ve yaptığı her işten hesaba çekileceğini bilerek, ona göre hareket etmelidir.

Dostlarım! Gidişatınızdan habersiz olmak kadar kötü bir şey yoktur. Bu hâl, gaflet içinde olmanın delilidir. Başkalarının habersiz olduğu şeyler, bu yolun büyüklerine açılmıştır. Onların maksadı, Allah(cc)’ın rızasını aramaktır. Onlar, buna kavuşmuşlardır. Allah(cc), her asırda sevip seçtiği kullarından bir büyük zât yaratır. Böylece herkesi belâ ve felaketlerden korur.

Dostlarım! Böyle olan zâta talebe olunuz. Böylece dünya ve ahiret saadetine kavuşursunuz. Muhammed ümmetinin aydınlatıcıları olan âlimlere yakın olunuz. Çünkü âlimler, peygamberlerin varisleridir. Sakın, ilmi ve âlimleri sevmekten uzak kalmayınız. Bu, kurtuluş vesilesidir. Âlimi ve ilmi sevenler hata işlemez.

Cahiller ile görüşmek, insanı Allah(cc)’tan uzaklaştırır. Semâ yapıyoruz diyerek hoplayıp zıplayan kimselerin meclislerinden uzak durunuz. Onlarla oturmayınız. Onlarla sohbet, kalbi öldürür. Bunun için bu yolun büyükleri, bu işten uzak durmuşlardır. Gerçekten semâ hâlinde olan kimsenin hâli öyledir ki, o anda bıçak çalsan haberi olmaz. Eğer böyle olursa, o kimse semâ hâlinde olduğunu gösterir.

Ruhsatlardan uzak durup azimet ile amel ediniz. Ruhsatlar ile amel etmek zayıf kimselerin işidir. Eğer bundan daha çok nasihat isterseniz, Abdulhâlik-ı Gucdüvânî’nin nasihat ve yazılarına bakınız. Bu kadar kifayet eder. Akıllı olana bir işaret yetişir.”[31]

Kaynaklar:

[1]        Safî, Reşahâtu ayni’l-hayât, s. 64.

[2]        Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 64.

[3]        Komisyon, Evliyâlar Ansiklopedisi, c. X, ss. 325-326.

[4]        Safî, Reşahâtu ayni’l-hayât, s. 64; Yılmaz, Altın Silsile, s. 108.

[5]        Safî, Reşahâtu ayni’l-hayât, s. 64; Yılmaz, Altın Silsile, s. 107.

[6]        Safî, Reşahâtu ayni’l-hayât, s. 64; Yılmaz, Altın Silsile, s. 108.

[7]        Hamid Algar, “Emîr Külâl”, Türkiye Diyanet Vakfı islâm Ansiklopedisi, İstanbul 1995, c. XI, s. 137.

[8]        Komisyon, Evliyâlar Ansiklopedisi, c. X, s. 327-328.

[9]        Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 65.

[10]      Aynı eser, s. 65.

[11]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 65.

[12]      Aynı eser, s. 66.

[13]      Safî, Reşahâtu ayni’l-hayât, s. 65; Yılmaz, Altın Silsile, s. 109.

[14]      Câmî, Nefahâtü’l-üns, s. 527; Safî, Reşahâtu ayni’l-hayât, s. 65; Yılmaz, Altın Silsile, s. 109.

[15]      Yılmaz, Altın Silsile, s. 110.

[16]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 66.

[17]      Aynı eser, s. 66.

[18]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 313.

[19]      Aynı eser, s. 66.

[20]      Safî, Reşahâtu ayni’l-hayât, s. 65; Algar, “Emîr Külâl”, DİA, c. XI, s. 137.

[21]      Yılmaz, Altın Silsile, s. 106.

[22]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 330.

[23]      Aynı eser, s. 326.

[24]      Aynı eser, s. 332.

[25]      Aynı eser, s. 341.

[26]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 339.

[27]      Aynı eser, s. 339.

[28]      Aynı eser, s. 380.

[29]      Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 380.

[30]      Tahrim, 66/6.

[31]      Komisyon, Evliyâlar Ansiklopedisi, c. X, s. 339-342..

Önceki Halka

Muhammed Baba Semmâsî (ks)

Detaylı Oku

Sonraki Halka

Şâh-ı Nakşbend (ks)

Detaylı Oku