
Muhammed Zâhid Vahşuvârî (ks)
20
Bu sayfada yer alan bilgiler Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanan “Altın Silsile’den Altın Halkalar” kitabından alınmıştır.
Muhammed Zâhid Vahşuvârî (ks)
Muhammed Zâhid Efendi, bugün Tacikistan sınırları içinde bulunan Hisar (Duşanbe) kenti yakınındaki Vahşuvar (Vahş) köyünde doğdu. (Aynı şekilde Özbkistan’ın Surhanderya bölgesinde de Vahşuvâr köyü bulunmaktadır) Onun Yâkub-ı Çerhî’nin soyundan geldiği rivayet edilmektedir.[1] Doğum tarihi hakkında henüz kayıtlı bilgiye ulaşılamamıştır.
Bazı kaynaklarda Muhammed Zâhid ile Ubeydullah Ahrâr’ın diğer bir halifesi Kâdı Muhammed’in (Muhammed Kâdı)[2] (ö.921/1515) isimleri karıştırılarak bu iki zat aynı şahıs gibi takdim edilmektedir.[3] Adları geçen bu iki zâtın isimlerinin karıştırılması Kâdı Muhammed’e ait olan eserlerin Muhammed Zâhid’e atfedilmesine de neden olmuştur.
Hâlbuki kaynaklarda Muhammed Zâhid’in eser yazdığına dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak yukarıda adları zikredilen bu zâtların her ikisi de Ubeydullah Ahrâr’a müntesip olmalarına ve aynı dönemde yaşamalarına rağmen ayrı şahıslardır.
Kadı Muhammed’e dayanan silsile Nakşbendî-Kâsânî’dir. Kaynakların bazısında mevcut olan bu karışıklık günümüzdeki bazı yüzeysel çalışmalarda da tekrar edilmektedir.
Muhammed Zâhid, zâhirî ilimlere ait ilk dersleri memleketinde tahsil etti. Daha sonra ileri düzeydeki dersleri ve ilimleri bölgedeki tanınmış bazı âlimlerden tahsil ederek zahir ilimlerine dair eğitim-öğretim sürecini tamamladı.
Ubeydullah Ahrâr’a İntisâbı
Muhammed Zâhid gençliğinden itibaren tasavvufî hayatla ilgilendi. Onun genelde zühd ehli bir zât olduğu ve münzevî bir hayat yaşadığı kaydedilmektedir.[4] Zâhirî ilimleri tahsilinin ardından belli bir usulde tasavvufî terbiyeyi almak üzere arayışa başladı.
Bu doğrultuda çeşitli tarikatlara mensup bazı şeyhlerden ders aldı. Ancak bu ilk arayışlarından beklediği neticeyi alamayan Muhammed Zâhid, mânevî bir işaretle Nakşbendiyye silsilesinin önemli isimlerinden biri olan Ubeydullah Ahrâr’a intisap etmek niyetiyle Semerkand’a gitti.
Semerkand’a yaklaştığı sırada Muhammed Zâhid’in geleceği mânevî işaretle kendisine bildirilen Ubeydullah Ahrâr da onu karşılamak üzere beldenin girişine kadar geldi. Bu iki büyük zât karşılaştıklarında tanışıp sohbet ettiler.
Ahrâr’a intisap etme isteğini ileten Muhammed Zâhid’i sülûka hazır gördü ve onun intisabını kabul etti. O, Ahrâr’ın rehberliğinde Nakşbendiyye usûlüne göre sülûkünü tamamladı. O, yaşadığı pek çok mânevî tecrübe ve tasavvufî hayattaki gayretinden dolayı şeyhi Ahrâr’ın iltifatına mazhar oldu.
Muhammed Zâhid belli bir süre devam eden tasavvufî eğitim ve terbiyesi esnasında birçok mânevî tecrübe yaşadı. Yetkin bir aşamaya geldiği fark edilen Muhammed Zâhid’e üstadı Ahrâr tarafından tarikatta hilafet ve irşad icazeti verildi.
O, üstadının iltifatına mazhar olup kendisine tevdi edilen irşad göreviyle memleketine döndü.[5] Muhammed Zâhid, 936/1529’da vefat etti ve doğum yeri olan Vahş (Vahşuvar)’da defnedildi.[6] (Tacikistan’ın Duşanbe ili Hisar ilçesi yakınlarında da Vahş isimli bir köy bulunmaktadır. bu sebeple bazı kaynaklarda kabrinin orada olduğu da belirtilmektedir.)
Sünnete ittiba ve takva ehli olmak Muhammed Zâhid’in tasavvuf anlayışının özünü oluşturan unsurlardandır.[7] Ona göre Hz. Peygamber(sav) her Müslüman için örnek alınması gereken biricik rehberdir. Müminler her hâllerinde onu örnek almalı ve onun gibi muttakî olmalıdırlar.
Bu sebeple sufîlik iddiasında bulunanlar Hz. Peygamber(sav)’in uygulamalarını yaşayarak kendilerine kadar ulaştıran mânevî veraset sahibi mürşidlere uymalıdırlar. Çünkü onlar insan-ı kâmillerin en mükemmeli olan Hz. Peygamber(sav)’in ahlâkı ve sünnetini nesilden nesile aktarmaktadırlar.
Zühde ve fakra çok önem veren Muhammed Zâhid, müridlerinin dünyaya tamahtan uzak durmasını öğütlerdi. Nefsin kötülüklerinin dünyevî hırslarla birlikte arttığını belirtmektedir. Ona göre bu yönüyle dünya malına tamah etmek kötülüklerin anasıdır.
Gerçek zenginlik mutlak varlığa sahip olan Allah(cc)’a aittir. Bütün yaratılanlar ancak O’nun gücüyle kaimdir. Mutlak Varlık karşısında kendisinde varlık görmeyen ve bu yönden kendilerini muhtaç addeden tasavvuf yolunun üstadları fakrı tercih etmişlerdir.
Kalbin mâsiva kirlerinden arındırılması ve Allah(cc)’ın zikriyle doldurulması onun önem verdiği hususlardan bir diğeridir. Mânevî hallere ulaşmak ve seyr ü sülûkun her aşamasındaki makamları geçebilmek için mücahedeyi terk etmemek gerekir.
Çünkü kötülüklerin kaynağı olan nefis ve onu tahrik eden şeytan teyakkuz hâlindedir. Dolayısıyla nefsin taarruzlarına karşı sürekli uyanık olmak ve mücahede etmek gerekmektedir.
Muhammed Zâhid, tasavvufî edeplere uyma konusunda hassas bir zâttı. Çünkü ona göre bu edepler tasavvufî alanda ilerlemek isteyen kişinin yolunu aydınlatacak meşalelerdir. Her kim manevî seyrinde ilerlemek ve hâl yükseltmek istiyorsa mutlaka bu yolun önderlerinin ortaya koyduğu tasavvufî edeplere riayet etmelidir.
Güzel ahlâk sahibi olmanın önemine dikkat çeken Muhammed Zâhid kendisi de bütün uygulamalarında bu hususa ehemmiyet göstererek örnek olup müridlerine onu muhafaza etmelerini tavsiye ederdi. Tasavvufun hedefindeki kâmil insanın en belirgin vasfı güzel ahlâk sahibi olmaktır.
Kaynaklar:
[1] Muhammed Murad el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât fî tezyîli’l-bâkiyyâti’s-sâlihât, (Reşahât aynu’l-hayât kenarında), el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Diyarbakır, ts., s. 5; Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend: Hayatı, Görüşleri, Tarikatı, İnsan Yay., İstanbul 2002, s. 189.
[2] Kadı Muhammed’in hayatı hakkında bk. Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, ss. 175-177.
[3] Bu karıştırmaya örnek olarak bk. Abdulmecid Hani, el-Hadâiku’l-verdiyye, çev.: Abdulkadir Akçiçek, Rehber Yay., İstanbul 1986, ss. 710-711.
[4] el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 5; Tosun, Bahâeddîn Nakşbend s. 189.
[5] el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, ss. 5-6.
[6] el-Kazanî, Nefâisü’s-sânihât, s. 6; Muhammed Zâhid el-Kevserî (ed-Düzcevî), İrgâmu’l-merîd fî şerhi’n-nazmi’l-atîd li-tevessüli’l-mürîd bi-ricali’t-tarikati’n-nakşbendiyyeti’l-halidiyyeti’z-ziyaiyye, yy., 1320, s. 67; Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 190.
[7] Kevserî, İrgâmu’l-merîd, s. 67.

Önceki Halka
Ubeydullah Ahrâr (ks)
