Altın Silsile'den Altın Halkalar

Image hover effect image

Ârif Rivgerî (ks)

11

Bu sayfada yer alan bilgiler Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanan “Altın Silsile’den Altın Halkalar” kitabından alınmıştır.

Ârif Rivgerî (ks)

Hâce Ârif Rivgerî, 560/1165 yılında, Buhara’nın kuzeyinde ve Gucdüvân’a bir fersah/takriben 7 km. mesafedeki Rivger köyünde doğdu.[1] Burası şimdi Şafirkan dâhilinde olup Revgari diye anılmaktadır.

Zâhir ilmine ait eğitimini tamamladıktan sonra, Gucdüvânî’ye intisap eder. Câmiu kerâmâti’l-evliyâ’da onun Gucdüvânî’ye intisabı şu olayla izah edilmektedir:

Hâce Ârif, önceleri Buhara ulemasından birinin derslerine devam etmektedir. Çarşıya çıktığı bir sırada Gucdüvânî ile karşılaşır. Gucdüvânî kasaptan et almış, dükkândan çıkmaktadır. Onun kemâli ve cemali karşısında son derece etkilenen Hâce Ârif, hemen sokulup hizmet arz eder ve “İzin verirseniz elinizdeki et paketini taşıyarak size yardım edebilir miyim?” der.

Gucdüvânî bu teklifi kabul eder ve “Peki evladım, al paketi ve bizim eve kadar beraber gidelim.” der. Birlikte evin kapısına kadar gelirler ve Gucdüvânî; “Hizmetinize çok teşekkür ederim. Bir saat sonra sofraya beklerim.” der.

Bir saat sonra sofraya oturduklarında Hâce Ârif’in Gucdüvânî’ye olan hayranlığı arttıkça artar ve nihayet ilim tahsilini bırakıp Gucdüvânî’nin meclisine devama başlar.

Ancak Hâce Ârif’in hocası, olanlardan rahatsızlık duyar ve onu tekrar ders halkasına döndürmek ister. Bu yüzden de tasavvuf erbabı ve tarikat ehli hakkında söylenmedik laf bırakmaz. Hâce Ârif, tahammül ve sabra sarılıp bunlara karşılık vermez. Nihayet bir gece Hâce Ârif, hocasının kötü bir fiil işlediğine dâir bir rüyâ görür. Ertesi gün karşılaştıklarında yine tasavvuf erbâbı aleyhinde konuşmaya başlayan hocasına Hâce Ârif; “Hem kötü fiiller işlersin hem de bizi Hak yoldan döndürmeye çalışırsın.” deyince üstadı, çok mahcup olup talebesiyle birlikte Gucdüvânî’ye talebe olur. [2]

Gucdevânî ilk sohbetlerinde Hâce Ârif’e şu nasihati yapar:

“Hak yolcusu bir sâlik ve talebe, vaktinin değerini gayet iyi bilmelidir. Üzerinden vakitler bir bir geçip giderken kendisinin ne hâlde olduğunu sezmeye bakmalıdır. Şayet geçen bir an içinde, huzurlu olduysa, bunu şükür gerektiren bir hâl bilmeli. ‘Allah’ıma şükürler olsun’ demelidir. Eğer gafletle geçip gitmiş ise hemen onu telafi etme yoluna gitmeli, yüce Yaratan’a nefsânî mazeretini bildirip ondan bağışlanmasını dilemelidir.”[3]

“Hak yolcusu bir sâlik ve talebe, vaktinin değerini gayet iyi bilmelidir. Üzerinden vakitler bir bir geçip giderken kendisinin ne hâlde olduğunu sezmeye bakmalıdır.”
altin-silsile-favicon-150x150

Ârif Rivgerî (ks)

Ârif Rivgerî’nin Kerâmetleri ve Vefâtı

Seyr ü sülûka başlayan Rivgerî, Gucdüvânî’nin vefatından sonra Ahmed Sıddîk’a tâbî oldu. Ahmed Sıddîk’ın vefatından sonra Evliya Kebir Buhara’da, Ârif Rivgerî de memleketi olan Rivger’de Gucdüvânî’nin icazetiyle irşada başladılar.

Kaynaklarda hayatı hakkında yeterli bilgi olmayan Ârif Rivgerî, Ârifname adlı eserinde kendi ismini Muhammed Ârif Rivgerî diye kaydetmiştir.

Rivgerî hakkında nakledilen menkıbelerden birisinde onun küçük yaşta Gucdüvânî’nin hizmetine girdiği, bu dönemde çok ibadet ve hizmetle meşgul olduğu, hatta uyumamak için gözlerine tuz doldurduğu, bunu gören Hızır(as)’ın Rivgerî’nin ârif bir zât olması için dua ettiği ve bu duanın bereketiyle onun ârif olduğu nakledilir.

Rivayete göre, Ahmed Yesevî, bazı müridleriyle birlikte hacca giderken Gucdüvân’a uğrar. Abdulhâlik Gucdüvânî onları misafir edip büyük bir ziyâfet verir. Seher vakti olunca Hâce Abdulhâlik, kerametle Kâbe’yi Gucdüvân’a getirir ve misafirler de onu tavaf ederler.

Sonra Ahmed Yesevî; “Ey Hâce Abdulhâlik! Sizin öldürücü bir müridiniz varmış. Söyleyin de onun hâlini görelim.” der. Gucdüvânî de Hâce Ârif Rivgerî’ye işaret eder. Rivgerî’nin bir el çırpmasıyla 400 atın boynundan kan akmaya başlar. Bunu görenler: “Gerçekten de öldürücüymüş.” derler.

Rivgerî hakkındaki bir diğer menkıbe de alenen günah işleyip etrafını rahatsız eden bir grup insanı nazar ya da duâ ile birbirine düşürdüğü, hatta bu yüzden Gucdüvânî’nin ikazına maruz kaldığı nakledilir.

Bu menkıbelerdeki rivâyetlerden Ârif Rivgerî’nin meşreben celâlli bir zât olduğu anlaşılmaktadır. Kendisine Buhara-Niyazâbâd halkı için Kâbe’yi getirmek ve duvara binip gitmek gibi kerametler nispet edilmektedir. Rivgerî’nin sözlerinden birisi şudur: “Tedbir bağıyla bağlı olan kişi peşinen cehennemdedir. Takdir-i İlâhîyi düşünen kişi ise peşinen cennettedir.”[4]

Rivger’de vefât eden Ârif Rivgerî’nin vefat tarihi ihtilaflıdır. Bedreddin Sirhindî 616/1219 veya 617/1220, Muhammed Talib 625/1228, Dara Şükuh ve Gulam Server Lahurî 715/1315, Harîrîzade Kemâleddin Efendi 649/1251, çağdaş müelliflerden Sadriddin Selim Buhârî 657/1259, Eminüddin Ahmed ise 616/1219 tarihlerini vermektedirler.

Ârif Rivgerî, Ârifnâme adlı eserini “nûrun ala nûr” cümlesinin ebced değeri olan 622/1225’te kaleme aldığına göre bu tarihten sonra vefat etmiş olmalıdır. Ayrıca Ârifnâme’nin sonuna müstensih tarafından yazılan beyitte Rivgerî’nin vefatı için “kutb-ı zaman ve ârif-i Billâh” cümlesi tarih düşürülmüştür ki 634/1236-37 tarihine tekabül etmektedir.[5] Kabri Buhara’ya 40 km. mesafede Safirkan nahiyesindedir.[6]

Ârif Rivgerî’nin Eserleri, Şemâili ve Tasavvuf Anlayışı

Ârif Rivgerî’nin bilinen tek eseri Ârifnâme’dir. Hâce Naim isminde bir zât, Rivgerî’den muhtasar tasavvufî bir risale yazmasını rica etmiş, Rivgerî de bu talep üzerine Buhara’nın Nûr kasabasında H. 622 senesinde bu eseri Farsça olarak kaleme almıştır.

Nasihat türünde olan bu eser, ilk dönem sûfîlerinin söz ve menkıbelerine genişçe yer vermektedir. Eserin sonunda Rivgerî’nin şeyhi Gucdüvânî’nin birkaç menkıbesi ile vefatı anlatılmaktadır. Nakşbendîyye kaynaklarında bu eserin adı geçmemektedir.

Eserin Farsça nüshası yakın bir tarihte bulunmuş, Sadriddin Selim Buharî ve İsrail Subhânî tarafından Özbek Türkçesine tercüme edilerek neşredilmiştir. (Taşkent 1994) Farsça nüsha mütercimlerin elinde olup henüz neşredilmemiştir.[7] Ârif Rivgerî vefat ederken, geride halife olarak Mahmûd Encîrfağnevî’yi bırakmıştır.

Ârif Rivgerî, orta boylu, ay yüzlü, iri gözlü idi. Kaşları hilâl gibi inceydi. Teninin rengi, beyaz ve kırmızı karışımı; gülkurusunu andırırdı. Vücudunun hoş ve lâtif bir kokusu vardı.[8] Çok kişinin hidayete ermesine, çoklarının velayet makamına yükselmesine vesile oldu.

Herkese karşı çok iyi davranır, kimsenin kalbini kırmazdı. Nefsinin isteklerini hiçbir zaman yapmaz, istemediklerini yapmak, ruhunu yükseltmek için çok çalışırdı. Haramlardan şiddetle kaçar, hatta harama düşmek korkusu ile mübahların fazlasını terk ederdi.

Geceleri vaktini hep ibadetle, gündüzleri talebe okutmakla geçirirdi. Sünnete uyarak, gündüz öğleden önce bir miktar kaylûle yapardı, yani uyurdu. Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesini çok iyi bilir, onun unutulmaması için nasihatlerinde üzerinde durur ve tarif ederdi. Sünnet-i seniyyenin yaşanması için çok gayret gösterirdi.

Her sohbetine; “Cenâb-ı Hak bizleri, hepimizi dünya ve ahiretin efendisi, bütün insanların her bakımdan en yükseği ve iyisi olan Resûlullâh(sav) Efendimize tâbî olmak saadetiyle şereflendirsin. Çünkü Cenâb-ı Hak, ona tâbî olmayı, ona uymayı sever. Ona uymanın ufak bir zerresi bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahiret nimetlerinden daha üstündür. Hakiki üstünlük, onun sünnet-i seniyyesine tâbî olmaktır.” diye başlardı.  Hâce Ârif’in bu gayretlerine karşılık Cenâb-ı Hak, kendisine büyük makamlar ihsan etti. Uzun bir ömür yaşadı.[9]

Şeyhi Gucdüvânî zikr-i hafîyi öngörmekle birlikte, kendisi cehrî zikri benimsedi. Rivgerî’nin hafî zikirden cehrî zikre geçişi ömrünün son yıllarına rastlar. Halifesi Mahmûd Encîrfağnevî’ye cehrî zikri öğreterek halkı, gaflet perdesinden kurtarıp zikrin haşyetiyle uyarmak istemiştir. Kendisine silsilede “Pîşuvâ-yı ârifân/Âriflerin başı” denilmesi de bundan olsa gerektir.[10]

Gucdüvânî’nin yanında seyr ü sülûka devam eden Rivgerî, zamanla tasavvuf yolunda ilerleyerek onun en gözde müridlerinden biri olmuştur. İlim, hilm, zühd, takva, riyazet, ibadet ve sünnete uyması ile temayüz etmiştir.[11]

Gucdüvânî’nin yaktığı meşaleyi Türkistan diyarının her bölgesine ulaştırmaya gayret göstermiştir. Türk meşâyihinin etkıyâsından/en muttekilerinden sayılmış; ama hayatı hakkındaki bilgiler genelde sınırlı kalmıştır. Çünkü o, namsız, nişansız, hikâyesiz ve destansız büyük bir Allah(cc) dostudur.

Kaynaklar:

[1]        Süleyman Uludağ, “Ârif-i Rîvegerî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1991, c. III, s. 369.

[2]        Yusuf b. İsmail en-Nebhânî, Câmiu kerâmâti’l-evliyâ, tahk.: İbrahim Atve Ivaz, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1992,  c. II, s. 136.

[3]        Komisyon, Evliyâlar Ansiklopedisi, c. III, s. 233.

[4]        Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s.  57.

[5]        Aynı eser, s.   58.

[6]        Yılmaz, Altın Silsile, s. 90.

[7]        Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s.  58.

[8]        Yılmaz, Altın Silsile, s. 89.

[9]        Komisyon, Evliyâlar Ansiklopedisi, c. III, s. 233.

[10]      Yılmaz, Altın Silsile, s. 90.

[11]      Osmân-zâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Kitabevi, İstanbul 2006, c. II, s. 24.

Önceki Halka

Abdulhâlik Gucdüvânî (ks)

Detaylı Oku

Sonraki Halka

Mahmûd Encîrfağnevî (ks)

Detaylı Oku