Altın Silsile’den Altın Halkalar

Image hover effect image

Altın Silsile
İsimleri

Nakşî - Hâlidî - Dârendevî

Bu sayfada yer alan bilgiler Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek tarafından yayına hazırlanan “Altın Silsile’den Altın Halkalar” kitabından alınmıştır.

Altın Silsile'den Kısa Bilgiler

Nakşîbendî yolunun Hâlidî-Hâkî-Dârendevî kolunda günümüze kadar hizmet etmiş Allah Dostları hakkında kısa bilgileri burada bulabilirsiniz.

İmamü’l-Harameyn, Rasülü’s-Sakaleyn, Seyyidü’l-Kevneyn, peygamberlik zincirinin son hâlkası olan Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz. M. 571 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Cenab-ı Hakk’ın “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” diye buyurduğu Sevgili Peygamberimiz insanlığa bir huzur ve kurtuluş reçetesi sunmuş ve hicretin 11. yılında (m. 632) Medine’de âlem-i bekâya irtihâl etmiştir. Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevî’deki haziresinde medfundur.
Altın Silsile’nin Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’den sonraki ikinci ismi olan Hz. Ebu Bekir Sıddık (ra) Efendimiz, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e olan sadakatı ile malumdur. Kendileri hakkında Peygamberimiz (sav): “Kimi İslâm’a çağırdımsa reddetti. Fakat Ebu Bekir hiç tereddüt etmeden çağrımı kabul etti.” buyurmuşlardır. Peygamberimizin hicretinde yol arkadaşı olmuştur. Hafî zikri Peygamberimizden Sevr Mağarasında bizzat talim etmiştir. Sadık bir peygamber dostu ve aşığı olan Sıddık-ı A’zam Efendimiz m. 573 yılında doğmuş, hicretin 13. yılında (m. 634) Medine’de vefat etmiştir. Kabr-i şerîfleri Peygamber Efendimiz'in yanındadır.
Aslen İranlı olan Selmân-ı Fârisî (ra) Hazretleri sıkıntı ve meşakkat dolu uzun bir arayıştan sonra Rasulullah (sav) Efendimizi bulmuş ve Âlemlerin Peygamberi’nin lisanıyla“Ehli Beyt”ten sayılmıştır. Selmân-ı Fârisî (ra) hicretin 35. yılında (h. 35/m. 655) İran’ın Medain şehrinde vefat etmiştir. Medâin harabelerine bugün Bağdatlılarca Selmân-ı Pâk isminin verilmesi onun orada medfun bulunduğundandır. Günümüzde Bağdat yakınlarındaki türbesi, Sultan 4.Murat tarafından yeniden yaptırılmıştır.
Hz. Ebu Bekir (ra)’in torunu olan Kasım bin Muhammed Hazretleri, “Fukahâ-i seb’a” olarak anılan Medineli meşhur yedi tâbiin fakihi arasında kabul edilmektedir. Ömer İbn Abdulaziz: "Eğer elimde olsa hilafeti Kâsım b. Muhammed’e bırakmak isterdim" derdi. Kendisine bilmediği konularda sorulan sorulara bilmiyorum demekten çekinmezdi. Gözleri siyahtı. Gözlerinin yaşı durmaz akardı. Allah(cc) korkusundan daima boynu bükük dururdu. Alnında secde alameti bir nur vardı. Hac veya Umre dönüşü Mekke'nin Hulais bölgesinde Vadi Kudeyd'de vefat etmiş, Aziziye Mezarlığına defnedilmiştir.
699 yılında Medine’de dünyaya gelen Cafer-i Sâdık(ks), sözlerinin doğruluğu ve hiçbir zaman yalan söylemediğinden dolayı Sâdık lakabını almıştır. Soyu baba tarafından Hz. Peygamber(sav)e, anne tarafından Hz. Ebû Bekir(ra)’e dayanır. İlimle meşgul olan Cafer-i Sâdık, ortaya koyduğu görüşleriyle fıkıh, hadis ve kelâm alanlarında önemli bir yere sahiptir. Yaşamı boyunca tevhid inancını korumak ve İslâm'ı yaymak için çalışmıştır. 765 yılında, Medine’de vefat etmiş ve Cennetü'l Bâkî mezarlığına defnedilmiştir.
Esas ismi Tayfur bin İsa, künyesi Ebû Yezîd ve nisbesi el-Bistâmî'dir. İran’ın Bistam şehrinde doğmuştur. Ortaya koyduğu tasavvufî görüş ve düşünceler, gerek yaşadığı devirde gerekse vefatından sonra büyük ölçüde tesirli olmuştur. Cüneyd-i Bağdâdî, ondan “Cebrâil(as)’in melekler arasındaki yeri ne ise Bâyezîd’in aramızdaki yeri de odur.” şeklinde övgüyle bahsetmektedir. Kabr-i Şerifleri İran'ın Bistam şehrindedir.
963 yılında, Horasan’ın Bistâm şehrine bağlı Harakân köyünde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Çocukluğunda Harakân’da anne babasının geçimini sağlamak maksadıyla çobanlık yapmıştır. Çiftçilikle de uğraşarak ailesinin geçimini sağlamıştır. Devrinin değişik âlim ve şeyhlerini tanıyan ve onlardan istifade eden Harakânî, en sonunda hemşerisi Bâyezîd-i Bistâmî’nin dergâhında karar kılmış, kendisinden senelerce önce vefat etmiş olan Bistâmî’nin yolunu devam ettiren müridleriyle görüşmüş, Bistâmî’nin kabrine on iki yıl türbedarlık etmiştir. 1033 yılında Harakan’da vefat etmiştir. Kars'ın fethine manevi olarak katıldığı ve şehit düştüğü için burada da bir makamı vardır.
1010-11 tarihinde İran’ın Tûs yakınlarındaki Fârmed/Fârmez köyünde dünyaya gelen Fârmedî’nin asıl adı Fazl b. Muhammed, künyesi Ebû Ali’dir. Memleketi Fârmed’e nispetle Fârmedî diye anılmaktadır. Ebû Ali Fârmedî, himmeti hizmette arayanlardandı. Bu yüzden, şeyhine ve ihvanına hizmette kusursuzdu. İrşad ve nasihat üslûbundaki incelik, hâl ve tavırlarındaki mükemmellik sebebiyle devrinde büyük bir sevgiye mazhar oldu. Bir ara Merv’e giderek Büyük Selçuklu Veziri Nizâmülmülk ile görüştü ve onun yanında büyük itibar gördü. 1084 tarihinde Tûs’ta vefat eden Fârmedî, orta boylu, esmer tenli, ciddi ve vakur görünümlü ve çatık kaşlı idi.
Kendisinden sonra gelenlerin de intisap etmekle övündükleri bu büyük mürşid, Türk dünyasının İslâmlaşmasını ve Anadolu’nun Türkleşmesini sağlayan Yesevîlik ile Nakşîliğin kolbaşıdır. İran’ın Hemedân şehrine bağlı Bûzencird kasabasında dünyaya gelmiştir.Fıkıh, nazar, hadis ve kelâm ilmini tahsilden sonra kendisini ibadete vererek tasavvufî hayatla meşgul oldu. Bugün mezarı, Türkmenistan sınırları içinde, Merv yakınlarındaki Bayram Ali denilen yerde olup “Hâce Yûsuf” adıyla ziyaretgâhtır.
Hâcegân tarikatının kurucusu olan Abdulhâlik Gucdüvânî, Buhara’ya yaklaşık 40 km. uzaklıktaki Gucdüvân kasabasında doğdu. Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin üstâdı sayılan Abdulhâlık Gucdüvânî (ks) Hazretleri hafî zikri esas almış ve tarikatı sekiz prensip üzere şekillendirmiştir. Şâh-ı Nakşbend tarafından 3 prensibin daha eklendiği bu 11 prensip, Hâcegân ve Nakşbendîyye tarikatlarında seyr u sülûkun temel kaideleri olarak kabul edilmiştir. Türbesi Özbekistan'ın Buhara bölgesinde Gucdüvan şehrindedir.
Hâce Ârif Rivgerî, 1165 yılında, Buhara’nın kuzeyinde ve Gucdüvân’a bir fersah/takriben 7 km. mesafedeki Rivger köyünde doğdu. Zahirî ilimlere ait eğitiminden sonra genç yaşta Abdulhâlik Gucdüvânî Hazretlerine intisab eden Rivgerî Hazretleri kısa bir süre sonra irşadla memur olmuştur. Hayatından anlatılan rivâyetlerden Ârif Rivgerî’nin meşreben celâlli bir zât olduğu anlaşılmaktadır. Kabri Özbekistan'da, Buhara’ya 40 km. mesafede Safirkan nahiyesindedir.
Buhara’nın üç fersah/takriben 21 km. kuzeyindeki Vâbkîne ilçesinin (şimdiki adı Vabkent) Encîrfağne köyünde (Bu köy şimdi Encirbağ adıyla anılmaktadır) doğdu. Dülgerlik/inşaat ustalığı ve sıvacılık yaparak geçimini sağlayan Mahmûd Encîrfağnevî Ârif Rivgerî’ye intisap ederek seyr ü sülûkünü tamamladı ve onun halifesi oldu. Artık bina inşa etmek yerine gönül inşa etmeye koyuldu.1286 tarihinde vefat etmiştir. Kabri Buhara’nın Vabkent ilçesinin Encirbağ köyündedir.
Ali Râmitenî Hazretleri, Buhara’ya yakın Râmiten kasabasında doğmuştur. Hâcegân yolunu Şâh-ı Nakşibend Hazretlerine taşıyan kol başıdır. Rivayete göre kendisine ait bir söz söyleyeceği zaman “Azîzân/Azizler şöyle diyor” diyerek cümleye başlardı. Bu yüzden Azîzân lakabıyla meşhur oldu. Harezm’de halkı irşada devam eden Ali Râmîtenî’nin 130 sene kadar yaşadığı nakledilir. 1321’de vefat etmiştir. Kabr-i şerifleri Türkmenistan’ın kuzeyinde Taşoğuz vilaye­tinin Köhne Ürgenç kasabasındadır. Özbekistan'nın Buhara bölgesi Decha şehrinde makamı vardır.
Râmiten’e bir, Buhara’ya üç fersah mesafede bulunan Semmâs köyünde doğan Semmâsî, aynı zamanda burada yaşayıp burada vefat etmiştir. Semmâsî, halkın arasında dolaşır, müridlik ve dervişliğe kabiliyetli insanları nerede bulursa hemen yanına cezbederdi. Bahâeddîn Nakşbend’in doğmasına yakın bir tarihte Muhammed Baba Semmâsî müridleriyle birlikle Kasr-ı Hinduvân köyün­den geçmiş ve yanındakilere: “Bu topraktan bir yiğit kokusu geliyor, yakında Kasr-ı Hinduvân, Kasr-ı Ârifân olacak.” diyerek Şâh-ı Nakşbend Hazretlerini müjdelemiştir. Hâcegân tarikatını Nakşbendîyye’ye bağlayan silsile, Bahâeddîn Nakşbend’in de şeyhi olan Seyyid Emir Külâl ile devam etmiştir.
Emîr Külâl Hazretleri, Peygamber neslinden geldiği için Seyyid ve Emir, çömlekçilik yap­tığı için de Külâl diye anılmıştır. Güreş sporuyla da meşgul olduğu rivayet edilir. Muhammed Baba Semmâsî Hazretleri, Râmîten’deki güreş meydanında Emir Külâl’i kenardan izler ve niçin güreş izlediğini soran müridlerine; “Bu meydanda bir yiğit var, birçok kişi onun sohbetiyle kemâle erecek, onu avlamaya çalışıyorum” diye cevap verir. Rivayetlere göre Timur, Emir Kü­lâl’in ziyaretine gelmiş ve ona intisap etmiştir. Altın Silsile’de kolbaşı olan ve tarikata adını verecek olan Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahauddin Buharî Hazretleri onun talebesidir. 1370 tarihinde vefat ederek Özbekistan / Buhara / Sûhârî’de defnedilmiştir. Zamanla Mîr Külâl adıyla anılmaya başlayan bu köyün şimdiki adı Yangikhayat’tır.
Şâh-ı Nakşbend’in ismi Muhammed Bahâeddîn b. Muhammed, nesebi; el-Buhârî, unvanı; Şâh-ı Nakşbend, nisbesi; Üveysî’dir. Buharalı olduğu için Buhârî nisbesi, küçüklüğünde babası ile birlikte nakışçılık yaptığı için de Nakşbend lakabı ile meşhur olmuştur. Kendisine kadar “Hâcegân Yolu” olarak anılan tarikatı “Nakşibendî” yapan kolbaşı, veliler serdârı bir uludur. 1318’de Kasr-ı Arifan’da doğmuştur.“Yolumuz sohbet yoludur, halvette şöhret, şöhrette de âfet vardır. Hayır cemiyettedir." buyuran Şâh-ı Nakşibend Hazretleri 1389 yılında Özbekistan’ın Buhara şehrinde âlem-i bekâya irtihâl etmiştir.
Harezm’den Buhara’ya göç eden bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Alâeddîn Attâr; sürekli güzel koku kullandığı ya da sohbetine katılanlar o sohbette mânevî koku aldıkları için Attâr lakabı ile meşhur oldu. Zengin bir tüccar olan babası Hâce Muhammed’in vefatından sonra mirastan hiçbir şey kabul etmedi. Dünyalıktan soyutlanarak medresede ilim tahsili ile meşgul oldu. Bu dönemde Buhara’daki birçok medrese talebesi gibi o da Şâh-ı Nakşbend’e intisap etti. Genç yaşında derviş oldu. Şâh-ı Nakşbend, Alâeddîn Attâr’ı terbiye ocağında eğitti. Onu üstün mertebelere ulaştırdı.1400 yılında vefat eden Alâeddîn Attâr’ın kabri, Dih-i Nev Çağâniyân’dadır. Bu şehrin ismi zaman içinde önce Dihnev, sonra Denov şekline dönüşmüş olup Özbekistan’ın Surhanderya bölgesindedir.
Yakub-ı Çerhî, Afganistan’ın Kâbil ve Gazne şehirleri arasında yer alan Luhûger eyaletine bağlı Çerh’te dünyaya gelmiştir. Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinden icâzet almış, Alâeddin Attâr Hazretlerinin sohbetiyle şereflenmiştir. Yakub-ı Çerhî, zâhirî ve bâtınî ilimler alanında eğitim almış dönemin önde gelen âlimlerinden biridir. 1447’de Tacikistan / Duşanbe’de vefat etmiştir. Yakub-ı Çerhî’nin ünü günümüze kadar devam etmiş olup kabri Tacikistan’ın en önemli “kutsal mekân”ıdır.
1404 senesinde Taşkent’in Bağistân köyünde doğdu. Ubeydullah-i Ahrâr ya da Hâce-i Ahrâr/hürlerin şeyhi diye meşhurdur. Gönlünün, dünya malından ve iki cihan kaygısından azade olduğu düşüncesiyle kendisine bu lakap verilmiştir. Ahrâr, olağanüstü zenginliğine rağmen mütevazı bir hayat sürmüştür. Arazilerini vakıf hâline getirmiş ve kazandıklarını insanlar için harcamıştır. Himmeti halka hizmette arayanlardandı. "Bir insanın gönlünü kazanma­ya vesîle olacak olan hizmet, zikir ve murakabeden daha önde gelir." buyuran Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, 1490 yılında Semerkand’da vefat etti.
Muhammed Zâhid Semerkandî, silsile-i âliye büyüklerinden olan Yâkub-ı Çerhî Hazretlerinin kızının oğlu yani torunudur. Hocası her ilimde söz sahibi olan Ubeydullah Ahrâr ’dır. Ömrünü İslâm dininin esaslarını öğrenmek ve öğretmek için sarf etmiştir. Sünnete ittiba ve takva ehli olmak Muhammed Zâhid’in tasavvuf anlayışının özünü oluşturan unsurlardandır. Ona göre Hz. Peygamber(sav) her Müslüman için örnek alınması gereken biricik rehberdir. Müminler her hâllerinde onu örnek almalı ve onun gibi muttakî olmalıdırlar. 1529’da vefat etti ve doğum yeri olan Özbekistan Vahş (Vahşuvar)’da defnedildi. (Tacikistan’ın Duşanbe ili Hisar ilçesi yakınlarında da Vahş isimli bir köy bulunmaktadır. bu sebeple bazı kaynaklarda kabrinin orada olduğu da belirtilmektedir.)
Özbekistan'daŞehr-i Sebz’in İmkene köyünde doğdu. Ubeydullah Ahrâr’dan almaya başladığı mânevî terbiyesini dayısı Muhammed Zâhid’in gözetiminde devam ettirerek tamamlayıp tarikatta hilafet ve irşad icazeti aldı. Zühd ehli ve sûfi meşrep bir zâttı. Derviş Muhammed ziraatla meşgul olup her zaman helal kazancı öğütleyerek haramlardan kaçınırdı. İbadet ve taatlarına çok dikkat eder ve azimetle amel etmeye özen gösterirdi. 1562’de vefat etti. Cenazesi doğduğu yerin yakınındaki Esfiraz köyünde defnedildi. (Köyün ismi bazı kaynaklarda Hâce İsferâz veya Hace-i Pervaz olarak da geçmektedir.) Bugün onun kabrinin bulunduğu yer Özbekistan sınırları içinde olup Şehr-i Sebz’in kuzeyinde kalmaktadır.
Hâcegî İmkenegî, 1512’de babası ve şeyhi olan Derviş Muhammed’in ikâmet ettiği İmkene’de doğdu. Zâhirî ilimlere dair tahsilini babasından ve bölgedeki diğer âlimlerden tahsil etti. Yetiştirdiği veli zatlardan en başta gelen talebesi, İmam-ı Rabbanî Hazretlerini yetiştiren Muhammed Bâkî Billah Hazretleridir. Hâcegî İmkenegî, 90 yaşındayken 1600 yılında vefat etti ve Özbekistan / İmkene’ye defnedildi.
1564’te babasının Semerkand’dan gelip yerleştiği bugünkü Afganistan’ın Kabil kentinde doğdu. Onun, Hâcegî İmkenegî’nin gözetiminde üç gün üç gece halvette kaldığı ve bu yoğun tecrübeden sonra hilafet icazeti aldığı rivayet edilmektedir. Şeyhinin işareti ile Hindistan'a giderek dergâhını kurmuş, Nakşibendiyye'nin orada kökleşmesini sağlayacak temeller atmıştır. Başta İmam-ı Rabbanî olmak üzere çok sayıda insan yetiştiren Bâkîbillah Hazretleri 1603 yılında 40 yaşlarında iken Hindistan Delhi'de Mevla’sına kavuşmuştur.
İmâm-ı Rabbânî lakabıyla tanınan Ahmed Sirhindî 1564’te babası Abdulahad b. Zeynelabidin’in yaşadığı Hindistan’ın Sirhind kasabasında doğdu. İmâm-ı Rabbânî’nin soyu Abdullah b. Ömer vasıtasıyla Hz. Ömer(ra)’e dayandırılmakta ve bu sebeple Farukî nisbetiyle anılmaktadır. “Müceddid-i Elfi Sânî” lakâbı ise ikinci bin yılın başında gelen müceddid sayılmasındandır. İrşad, tebliğ ve mücadelelerle geçen ömrü 1624’te sona ermiştir. Türbesi Hindistan Sirhind’de Rabbânî Külliyesindedir.
İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin yedi oğlundan üçüncüsüdür. Ne güzel bir tevafuktur ki, doğum günü, 1599 yılında İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin, Muhammed Bâkibillah Hazretlerine teslim olduğu gündür. Ahlâk-ı Muhammedî ile muttasıf olan Muhammed Ma’sum Hazretleri, babasının vefatından sonra irşada başlamış ve çok sayıda veli yetiştirmiştir. Silsilede Urvetü’l-vuska (sağlam kulp) olarak anılmaktadır. 1668 yılında Hindistan'da vefât etmiştir. Kabri şerifleri Hindistan Serhend'de Rabbânî Külliyesi içerisindedir.
Muhammed Seyfüddin, 1645’te Sirhind’de doğdu. Babası Muhammed Masum’dur. İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin terbiyesinden nasibini alarak hemen hemen bütün Asya’yı nurlandırmıştır. Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetlerine o kadar riayet ederdi ki kendisine Muhyi’s-Sünne “Sünnetin ihya edicisi” lakabı verilmiştir. Muhammed Seyfüddin, uzun boylu, esmer tenli, büyük gözlü, sakalının iki tarafı seyrek ve güler yüzlü bir zâttı. 1686’da vefat etti ve Sirhind’de babasının kabrinin de yer aldığı Rabbânî Külliyesi içerisine defnedildi.
Muhammed Nur Bedâyûnî, Muhammed Seyfüddin’in halifesi olarak silsilede yer almaktadır. Bedâyunî nisbesi dilimizde Bedevanî, Bedeyunî, Bedeûnî, Bedâûnî vb. şeklinde de kullanılmaktadır. O, sünnete ittiba hususunda çok titiz davranan bir sûfî olarak tanınmaktadır. Muhammed Nur Bedâyunî 1723’te Hindistan Yeni Delhi'de vefat etmiştir. Kendisinden sonra silsilenin önemli bir ismi olan halifesi Mazhar Cân-ı Canân onun kişi olarak nasıl bir yapıya sahip olduğunu şu cümlelerinde özetlemektedir: “Sizler Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretlerinin zamanına yetişmediniz. Eğer onu görmüş olsaydınız, imanınız tâzelenir ve Allah Teâlâ ne büyük kudret sâhibidir ki, böyle mübârek bir zât yaratmış derdiniz “
1702’de Hindistan Agra (Ekberâbâd) yakınındaki Kalabadağ kasabasında doğdu. Esasen Mazhar, onun şiirlerinde kullandığı mahlası olmasına rağmen meşhur olup isminin bir parçası hâline gelmiştir. Mazhar Cân-ı Cânân, Bedâyûnî’nin gözetiminde dört yıl süren seyr ü sülûktan sonra ondan tarikatta hilafet ve irşad icazeti aldı. 22 yaşında irşada muktedir olan Cân-ı Cânân Hazretleri'nin Şiîler hakkındaki görüşü oldukça serttir. Çünkü ona göre Şiîlerin pek çoğu sahabîlerin büyüklerini küfürle itham etmekte ve onları kötü sözlerle anmaktadırlar. Nitekim onun Şiîlerin taziye ve anma törenlerinde yaptıklarını eleştirmesi ve onlara aşağılayıcı ifadeler kullanması canına kıymalarına neden olmuştur.1781 yılında tekkesinde iken Şiî bir grubun saldırısıyla hançerlenerek şehit edilmiştir. Türbesi Hindistan’ın Yeni Delhi şehrindeki dergâhındadır.
Abdullah Dihlevî Hazretleri, 1743’te Hindistan'ın Pencap eyaletine bağlı Betale beldesinde doğdu. Yaşadığı bölgede Gulam Ali diye tanınmaktaydı. 22 yaşında iken şeyhi Mazhar Cân-ı Cânân Hazretlerine intisap etti. Cömertliği ve tevazusuyla insanların gönlünde iz bıraktı. Dergâhına gönderilen güzel yemekleri yemez komşularına ikram ederdi. O az uyur, gece ibadetlerini ihmal etmezdi. Müslümanların yaşadığı pek çok bölgeden müridleri ve irşad icazeti verdiği halifeleri vardır. Bunlardan en önemlisi de Hâlid-i Bağdâdî Hazretleridir. 1824’te Delhi’de vefat etti ve aynı şehirde bulunan dergâhının haziresine Mazhar Cân-ı Cânân’ın yanına defnedildi.
Asıl adı Halid b. Ahmed, lakabı “Mevlâna”dır. Ömrünün bir kısmını Bağdat’ta geçirdiğinden ve bu şehirde şöhret bulduğundan “Bağdadî” nisbesi le anılmıştır. 1779 yılında doğan Bağdadî Hazretlerinin nesebi âlileri Osman-ı Zinnureyn (ra) Efendimiz’e dayanır. Anne tarafı Hz. Ali (ra) Efendimize ulaşır. Abdullah Dihlevî’nin gözetiminde yaklaşık 6 veya 11 ay südürdüğü seyr ü sülûktan sonra ondan hem Nakşbendiyye-Müceddidiyye’den hem de Kadiriyye, Sühreverdiyye ve Çiştiyye tarikatlarından icazet aldı. Yetiştirdiği bir çok halifesini İslâm memleketlerine göndererek tarikatı yaymıştır. Bağdâdî Hazretleri 1827 yılında Suriye / Şam’da vefat etmiştir.
Abdullah Mekkî, çeşitli kaynaklarda belirtildiğine göre aslen Erzincanlıdır. Ancak uzun yıllar Mekke’de kaldığı için genellikle Mekkî nisbesiyle anılmaktadır. Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin halifelerindendir. Onun sohbetleriyle şereflenerek kemâle ermiş; tasavvuf yolunda o kadar yüksek mertebelere gelmiştir ki, hocası ona “hilafeti mutlak” yani tam icazet vermiştir. Mürşidinden irşad icazeti aldıktan sonra vazifeli olarak Erzincan’a geldi ve burada kendisinden pek çok kişi tasavvufî terbiye aldı. Sonrasında Erzurum, Bağdat ve Kudüs’te bulunmuş tekrar Hicaz’a dönmüştür. Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin Mekke'yi terk etmemesi yönündeki emri ile ömrünün sonuna kadar burada irşad hizmetlerinde bulunmuştur. Vefâtından sonra Mekke'deki Cennetü'l Mualla kabristanına defnedilmiştir.
Seyyid olduğu bilinen Yahya Dağıstânî Hazretleri, Dağıstan Hanlarından olan Osmanlı Sultanları tarafından da kendisine beratlar verilmiştir. Ne var ki o, bütün sıfatları terk ederek dervişliği seçmiştir. Oğlu Halil Hamdi Paşa ile birlikte Mekke-i Mükerreme’ye hicret etmişlerdir. Halifesi olduğu Abdullâh-ı Mekkî Hazretlerinin irtihâlinden sonra Mekke-i Mükerreme’de bir zaviye yaptırarak ömrünün sonuna kadar hizmet etmişlerdir.
Mustafa Efendi doğduğu yere nispetle Şiranî, irşad vazifesini yürüttüğü şehre nispetle Çorumî (ya da Çorumlu Pîr) ve uzun yıllar Hicaz bölgesinde bulunması dolayısıyla anavatanı Anadolu’ya nispetle Rûmî nisbeleri ile anılır. Tarikatı âliyenin kurallarına son derece titiz ve dikkatli davranan Mustafa Rûmî Hazretleri, Hatmi Hâcegân ve sohbet mevzuunda taviz ve ciddiyetsizlik kabul etmezdi. Uzun yıllar Çorum'da açtığı dergalarda irşad faaliyetini yürütmüştür. Medine'de vefât eden Mustafa Efendi'nin cenazesi vasiyeti üzerine Cennetü’l-Baki mezarlığında şeyhinin kabrinin yanına defnedilmiştir.
Seyyid Yahya Dağıstanî Hazretlerinin oğlu olup, paşa rütbesinde bir asker iken muhterem babasının Mekke-i Mükerreme’ye hicret etmesinden dolayı beraberinde giderek, başta Abdullâh Mekkî Hazretlerine daha sonra da pederi Yahya Dağıstanî Hazretlerine hizmet etmiştir. Her iki pirimizden de feyz almış olup, uzun seneler tarikat-ı aliyyenin inceliklerini ve sırlarını talim etmiştir. Mustafa Şiranî’yle pîrdaş olan Halil Hamdi Efendi Mustafa Hâkî Efendi’yle de görüşmüşlerdir. Mekke-i Mükerreme’de Mualla mezarlığında medfundur.
1855 yılında Tokat’ta Soğukpınar Mahallesi’nde doğmuştur. Gençliğinde maneviyatın müştakı idi. Kalbindeki nuraniyeti mübarek simasına aksetmiş; kendisini yetiştiren Mustafa Rumî Hazretleri, nuranî simasından dolayı ona “Melek Hafız” diye hitap etmiştir. 9 yaşında Kuran’ı ezberlemiş ve dinî ilimleri tahsil etmiştir. Hilafet icazeti almasına rağmen mürşidinin vefatına kadar ona saygısından dolayı şeyhlik yapmayıp kendisine intisap etmek isteyenleri Şiranlı Mustafa Efendi’ye gönderdi. Eğitim-öğretiminin ardından icazetli hoca olarak Tokat Ali Paşa Camii’nde görev yaptı.1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı sebebiyle yapılan seçimlerde devrin ileri gelenlerinin arzusuyla Tokat Mebusu olmuştur. Bir müddet mebusluk yaptıktan sonra İstanbul’da Fatih semtinde Mustafa İsmet Efendi Dergahı’nda ikamet etmiştir. Bir dönem Meclis-i Meşayıh üyeliği görevinde de bulundu.1920 yılında vefat etmiştir. Kabri İstanbul Fâtih Câmii Haziresindedir.
1873 yılında Sivas’ta doğmuştur. İlme çocuk yaşlarda başlamış; Arapça, Farsça gibi lisanları mükemmel derecede öğrenmiş; Sultanî Müderrisliğine kadar çıkmıştır. Bazı eserlerinde "Mustafa Takî" olarak geçen ismi, diğer bir kısmında "Mustafa Naki" şeklinde yazılmıştır. “Allah’tan korkan, muttakî ve dindar” anlamlarındaki Takî ile “saf, temiz ve katıksız” anlamlarına gelen Naki isimlerini bilinçli olarak kullandığı kaydedilmektedir. 1920’de 1.TBMM'de Sivas Milletvekilliği de yapmış olan Mustafa Takî Hazretlerinin manevî intisabı Tokatlı Mürşid-i Azam Mustafa Hâkî Hazretlerindendir. Kendisi aynı zamanda şair, edip ve mütefekkirdi. 1925 yılında vefat etmiştir. Kabri Sivas Yukarı Tekke Kabristanlığındadır.
1861’de Ordu’ya bağlı Mesudiye ilçesinin Beyseki köyünde doğdu. Aslen Mesudiyeli olmasına rağmen medrese hocalığına başladığı dönemden vefatına kadar Niksar’da ikâmet ettiği için Niksarî nisbesiyle anılmaktadır. Çorumî Mustafa Rumî Hazretlerine intisab ederek, batınî ilminin inceliklerini ondan öğrenmiştir. Yaratılışı itibariyle çok halim ve yumuşak huylu idi. Kendi yerine bakacak vasıfta birini yetiştirmediği için, kendi ihvanlarının terbiyesini, vefat edince bir icâzetnâme ile İsmail Hakkı Toprak Efendi 'ye vermiştir. 1935 yılında Niksar’da vefat etmiştir.
1880 yılında Sivas’ta dünyaya gelen İsmail Hakkı Hazretleri dedelerinin Ka’be’deki koruma ve ihram değiştirme görevlerinden dolayı “İhramcızâde” diye şöhret bulmuştur. Maneviyatın bâtınî ve yakîn ilimlerini Mustafa Hâki Hazretlerinden öğrenmiştir. Nakşibendî tarikatının Hâlidiyye kolunu kırk dört yıl süreyle idare ve idame ettirmiştir. Yetiştirdiği şahsiyetlerin başında Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi gelmektedir. Ömrünü insanlığa hizmet ve irşadla tamamlayan bu büyük insan 02.08.1969 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Kabri şerifi kendinin onarımını yaptırdığı Sivas Ulu Camii haziresindedir.
1914 yılında, Malatya’nın Darende ilçesinde dünyaya gelmiştir. Soyu, babası Hasan Feyzî Efendi vasıtasıyla “Somuncu Baba” ismiyle bilinen Şeyh Hâmid-i Velî Hazretlerine, oradan da silsile yoluyla Hz. Peygamber (sav)’e ulaşır. 36. kuşaktan Hz. Peygamber (sav)’in torunudur. Dîvân-ı Hulûsi-i Darendevî, Mektûbât-ı Hulûsi-i Darendevî, Şeyh Hamid-i Veli Minberinden Hutbeler adlı eserleri vardır. Hayatını vakıf ve irşad hizmetlerine adamıştır. Cami, köprü, okul, sağlık kuruluşları, kütüphane vs. pek çok müessesenin yapımında hem maddî hem de mânevî gücüyle destekçi oldu. Tasavvufî anlayışın temelinde yer alan insanı yüceltme amacına hizmet etmek üzere etrafında oluşan halkaya zâhir ve bâtın ilminden imkânlar sunmak için çok gayret sarfetti.14 Haziran 1990 tarihinde hakka yürümüştür. Kabri Darende Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba Külliyesi haziresindedir.
1960 yılında Darende’nin Zaviye Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Babası Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, annesi Hacı Naciye Hanım’dır. Babasından sonra, ecdâdı Şeyh Hâmid-i Velî Somuncu Baba Hazretlerinin türbesinin yer aldığı câminin imam-hatipliğini yapmıştır. Osman Hulûsi Efendi’nin 1990 yılında vefatından sonra manevi hizmetlerini üstlenmiş, vasiyetlerini gerçekleştirmiştir. Yapmış olduğu hizmetlerden dolayı, Diyanet İşleri Başkanlığı, İnönü Üniversitesi Rektörlüğü, Darende Kaymakamlığı, Darende Belediye Başkanlığı, Malatya ve Darende dernekleri, birçok kurum ve kuruluş tara­fından takdir, teşekkür ve şilt ile ödüllendirilmiştir. Bütün insanlığa hizmeti, Allah’a hizmet kabul eden bir anlayışı benimseyen Hamid Hamidettin ATEŞ, hayrî hizmetlerine Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı olarak devam etmekte ve Vakıf medeniyetinin yaşatılması için özveriyle gayret göstermektedir.

Altın Silsile Sıralı Liste

Detaylı Oku

Altın Silsile Nedir?

Detaylı Oku